3.12.13

HİDROSEL - GÖBEK FITIĞI - FRENULUM KISALIĞI

HİDROSEL
Yalnız erkek bebeklerde görülür testis torbalarında periton sıvısının birikmesi halidir
 Sıvı birikmiş testisler çok büyük ve derisi çok gergindir.
Testisler elle sıkılınca karın boşluğu ile ilİşkili kanal çok dar değilse içlerindeki sıvı kolaylıkla karın boşluğuna geçer ve testis torbası küçülür.
 Bebek veya çocuk ıkınıp, ağlar veya zıplarsa tekrar eski haline döner.

Hidrosellerin çoğu bir yaşından önce kendiliğinden kaybolur. TEDAVİ GEREKTİRMEZLER.

İki yaşına kadar yok olmamışsa, iki yaşından sonra ortaya çıkmışsa veya açıklık genişleyip fıtık oluşmuşsa  o zaman operasyonla tedavi edilmesi gerekir.



GÖBEK FITIĞI
Göbek halkasının tam kapanamaması halidir. Her 100 yenidoğandan ikisinde görülür.
 Açıklık halka şeklindedir. Birkaç milimden üç santim veya üzeri çaplarda olur.
  Bilinenin aksine ağlama ve ıkınma ile oluşmaz
 Mevcut açıklıktan karın içi yağ (omentum) ve ince barsaklar fıtık kesesi içine girer.
Dışarıdan barsakların gurultusu duyulabilir.
 Geriye itilmeleri kolaydır.Genelde hiçbir sıkıntı vermezler.
  Çoğunluğu ilk bir yaş içinde kendiliğinden kaybolur.
 Dıştan bağlanmaları sadece anne babayı yatıştırır bir tedavi değeri yoktur.

Çok büyük çaplı 5 cm den büyük olanları için bile dört yaşına kadar cerrahi bir tedavi yapılmaz.



FRENULUM KISALIĞI
Dil altı bağının kısalığıdır oldukça sık görülür.
Yaygın inanışın aksine yutma ve konuşmayı engellemez.

Dil dudak hizasına kadar uzatılabiliyorsa. Tedavi gerekmez.

Ancak; Dil dudak hizasına ulaşamayacak kadar kısa ise konuşma bozukluğuna yol açmaması için (çok ağır hallerde) anestesisiz olarak bile kesilebilir.

27.11.13

MENENJİT SALGINI !

MENENJİT SALGINI !

Zaman, zaman yüzlerce çocuğun devam ettiği bir okulda tek bir çocuk menengitis şüphesi ile hastahaneye sevk edildiğinde; Önce okul yöneticileri; sorumluluk korkusu, bilgi eksikliği veya işgüzarlıkla aileleri haberdar ediyor. Aileler çocuklarının doktoru ve diğer ailelere süratle ulaşarak bir telefon zinciri kuruyor ve felaket haberciliği süratle büyüyor.
Bu panik ve kargaşaya üzülerek belirteyim ki bazı meslektaşlarımızda katılıyorlar ve ilaç tavsiyeleri, süratle ilaca ulaşma, ilaç kullanma, çocuğu okula göndermeme veya ne kadar süre evde tutmalıyız gibi bir kaos yaşanıyor.

Sonuç: Gereksiz telaş, gereksiz korku, gereksiz ilaç kullanımı, çocukların ruhunda yaratılan bende hasta olacakmıyım paniği.

BU SENARYONUN TÜMÜ; GEREKSİZ VE DE ANLAMSIZ

Çünkü:
Profilaksi (Koruyucu ilaç verilmesi) : Aynı evde yaşayan aile bireyleri ile, ağızdan ağıza solunum ya da öpme gibi durumlarda hastanın ağız salgısı ile direkt temas eden kişilere yapılır.
Okul arkadaşları hatta hastahane personeline dahi koruyucu tedavi verilmesine gerek yoktur.

20.11.13

İ N E K S Ü T Ü A L L E R J İ S İ

İNEK SÜTÜ ALLERJİSİ

 Genetik bir yatkınlık sonucu olduğu düşünülen (sıklıkla ailede atopi öyküsü mevcuttur) ve inek sütü proteinlerine bir tepki olarak ortaya çıkan bir tablodur.

Başlama yaşı ilk 6 aydır. Çoğu zararsız hafif belirtiler göstermekle birlikte; infantil colic, bulantı, kusma, kramp tarzında karın ağrıları, ishal, kakada kan görülmesi, ciltte kızarıklıktan yaygın döküntülere, egzamatik oluşumlara varan reaksiyonlar, nadiren de süt içilmesini hemen takiben yüz, dudaklar ve dilde şişme, solunum sıkışıklığı (astım tablosu) gibi çok ciddi acil tedavi gerektiren anafilaktik tablo olarak da  karşımıza çıkar
.
Bu tabloya sadece sütte değil soya, yumurta, buğday alımlarında da aynen rastlanabilir.

Rastlanma oranı 0-2 yaşta %1-3 tür. Oysa sütün diyetten çıkarılması sonucu hastalık belirtilerinin kaybolması dikkate alındığında bu oran %30 olarak belirtilmektedir. Ki; bu oranı subjektif gözlemlerin arttırdığı ve gerçeği yansıtmadığı açıktır


Çünkü yukarıdaki yakınmaların hemen hemen hepsi birçok bebekte ve çocukta süt allerjisi dışında başka başka sebeplerle de görülebilir..

Süte alerjisi olan çocuklarda süt proteinlerine karşı tolerans süratle geliştiğinden hiçbir tedavi uygulanmasa da hastalık giderek iyileşme gösterip bazılarında 12- 18 aylık hemen hemen hepsinde tüm yakınmalar 2 en geç 3 yaşında yok olur.

Hastalık inek sütü proteinlerine karşı antikorlar (IgE) üreterek tepki verir.
İnek sütünde 25 in üzerinde farklı protein vardır. Bazen sadece birine bazen de birçoğuna karşı allerji gelişebilir.

Kazein, Beta lactoglobulin ısıya dirençli oldukları için inek sütünün en önemli antijenleridir.

Memeli hayvanların birçoğunun sütünde de aynı proteinler vardır ve onların sütlerine karşıda aynı alerjik reaksiyonlar gelişebilir.
 Bu nedenle inek sütü alerjisi olanlarda keçi sütüne veya diğer sütlere karşıda tepki oluşabilir
.
Emziren annelerde annelerin aldığı süt ve süt ürünleride çocukta reaksiyona sebep olur; Formulaların (hazır bebek mamaları) da ana maddesinin inek sütü olması nedeni ile onları alan çocuklarda da aynı tablo görülebilir.

     TANI İÇİN: En kısa yol sütü kesmek belirtiler kaybolunca tekrar denemektir. Yerine varsa sadece anne sütü veya protein hidrolizatları ile hazırlanmış Formulalar ve aminoasit bazlı mamalar vermektir.
Ayrıca; deri testleri, spesifik İgE tayini, histamin salınım testi, inek sütü antigenlerine karşı (beta lactoglobulin-alfa lacta globulin-lactoferin-bovin serum albumin)gibi antikorların tayin testleri de yapılabilir.

TEDAVİ: İnek sütünün diyetten çıkarılması ve anti alerjik ilaçların kullanılmasıdır
.
       Ancak ! unutulmamalıdır ki

İnek sütü antikorları allerjik belirtiler göstermeyen birçok çocukta da bulunabileceğinden, ayrıca colic infantil ve de birçok gastroentestinal şikayet (ishal,kusma,karın ağrısı,kakada kan görülmesi) ciltte döküntü ile seyreden tablolar birçok çocukta inek sütü alerjisi olmadan da görülebileceğinden; bunların inek sütü alerjili diye nitelendirilip boş yere diyet değişikliklerine gitmek ebebeynlerde ve çocuklarda tedirginlik yaratacağından bundan kaçınmamız gerekmektedir.


LAKTOZ ENTOLERANSI

Genetik bir yatkınlık sonucu  süt şekeri laktozun parçalanamaması olayıdır. Oldukça sık rastlanır normal nüfusa oranı onda birdir.
İnce barsak hücreleri tarafından üretilen laktaz enziminin eksikliğinden kaynaklanır.
Süt içildiğinde bulantı, karın krampları ve süratle gelişen ishal görülür.
Laktaz enzim eksikliği doğuştan olabildiği gibi belli yaşlardan sonra bu enzimin daha az üretilmesi sonucu da olabilir.
Süte karşı olan bu tahammülsüzlük genelde süt ürünlerine karşı (peynir-yoğurt gibi) olmaz.
Küçük bebeklerde laktozsuz özel formüller uygulanır.
Bu entolerans inek sütü alerjisinden farklı bir tablodur. İkisinin birbiri ile karıştırılmaması gerekir.

    

8.11.13

NEFES TUTMA - KATILMA

. KATILMA NÖBETİ
·         6 ay 3 yaş  arasında en çok görülür, erkek çocuklarda daha sık olur Geçici bir solunum durmasıdır.
·         Kızdırılma, korkutulma, incitilme gibi mekanik veya ruhsal bir darbe sonucu ağlama ile başlar.Ağlamanın başlangıcında kesilen ses, soluk verme sırasında ortaya çıkar. Bu durumda beyine yeterli oksijen gidemez morarma, kaskatı kesilme veya birbirini takip eden istemsiz kasılmalar ve kısa süreli bilinç kaybı oluşur.
·         Bazı olgularda; pelte gibi, bez gibi bir gevşeklik olur. Bilinç kaybı 15 saniye kadar sürer. Şiddetli durumlarda daha uzun sürerse havale tipi kasılmalar görülür. (konvülsiyon)
·         Morarma ile karşımıza çıktığı gibi aşırı soluklukla çıkan tipleri de vardır. (Bazen iki tip bir arada olur) Her ikisinde de idrar kaçırma sıklıkla vardır.
·         İlk nöbet 18 aydan önce başlar. (Seyrek olarak yeni doğanlarda da görülür.)
·         9-18 aylarda çevre ile etkileşiminin en çok olduğu dönemlerde çok görülür.(yürümeye başlama, ilk düşme, travmaya maruz kalma, her şeyi karıştırma, azarlanma)
·         Sebebi kesin bilinmemektedir.
·         Anne-baba kardeş gibi birinci derece akrabalarda yüksek oranda karşımıza çıkar.
Hazırlayıcı faktör olarak: Çocuğun ve ailesinin ruhsal yapısı üzerinde durulmaktadır.
 Sık olarak tek çocuklu ailelerin çocuklarında görülür.
Çocuklar çok hareketli, huzursuz, inatçı ve kavgacı tabiattadır.
Anne babanın tutumu, çocuğa ödün verici davranışları, nöbetleri artırıcı faktörler olarak karşımıza çıkar. Çocuk istediklerini kabul ettirebilmek için nöbetlerini kullanır. Bazı ekoller nöbet geçiren çocuğun yalnız bırakılması ve bilinçli olarak olayın üzerinde durulmamasını önermektedir.
Çocuğun yapmak istemediği bir şeyi isteme, onunla zıtlaşma katılma nöbetini uyandırabilir. İlk böyle başlayan nöbet sonradan kolaylıkla tekrarlar. Çünkü çevre ilk nöbette  paniğe kapılarak çocuğa aşırı ilgi gösterir. Bu ilgiyi sürdürmek için çocuk nöbetlerini kullanır.
Çocukta kansızlığın bulunması nöbetleri arttırıcıdır.
Bu çocuklarda zeka normaldir. Nörolojik bulgu yoktur. E.E.G normaldir.
Okul çağından önce yani 5-6 yaşına kadar nöbetler kaybolur.
Uzun süre takip edilen çocuklarda: Erkek çocukların okulda saldırgan, kız çocukların ise çekingen oldukları gözlenmiştir.
Epilepsi ile ilgisi olmamakla birlikte bu çocuklarda epilepsi oranı normal çocuklardan daha yüksektir denilse de bu tartışılmalıdır.
Kalsiyum eksikliği ve doğuştan kalp hastalığı yönünden (fibroelastoz) ayırıcı tanı gerekir.
Tedavide: Varsa kansızlığın düzeltilmesi.
Psikolojik yaklaşım: Hastalığın masumiyeti anlatılarak ailelerin ödün vermeme konusunda daha
tutarlı olmaları temin edilmelidir.
Çocuğun ataklarda ölebileceği korkusu yok edilmelidir.Bugüne kadar literatürde katılma esnasında sadece bir tek ölüm vakası bildirilmiş olup onda da Aspirasyon tespit edilmiştir.
Gelişmiş ülkelerde psikiyatrik yaklaşım ön planda tutulmaktadır.
İlaç tedavisine gidilmemektedir.


1.11.13

İNMEMİŞ TESTİS - UTANGAÇ TESTİS

UTANGAÇ TESTİS-İNMEMİŞ TESTİS
Erkek bebeklerin torbalarının boş olması halidir.
En çok rastlanan şekli
1-Ektopik Testis : Testislerin torbalar yerine vücudun bir başka yerinde lokalize olmasıdır.
2-İnmemiş Testis : Burada testilerin torbya inmesi yetersizdir. Bazen tek taraflı %15-20 çift taraflı olur. Bebeklerin bir kısmında testislerin inmesi doğuma kadar tamamlanmamış olabilir.
Normalde testislerin torbalara inmesi bir yaşına kadar sürebilir. Takip edilmeleri gerekir. Testislerin inmesi iki yaşına kadar tamamlanmaz ise; gelecek fonksiyonlarının zedelenmemesi yönünden iki yaşına kadar cerrahi operasyonla indirilmeleri gerekir.
3-Retraktil-Utangaç Testis : Bu tabloda testis adeta kendini gizler. Kasıktaki kramaster kasının testisi torbanın üst kısmına çekmesi olayıdır.
Soğuk olmayan elle yapılan yumuşak manevralarla testisler torbaya kadar çekilebilir. Sonra yine yukarı çıkar. Bu durum ergenlik yaşına kadar normal sayılır.

Gerçek inmemiş testisle karıştırılmamalıdır. Fonksiyon ve yerleşim yönünden problem oluşturmaz dolayısıyla TEDAVİ GEREKTİRMEZ kendiliğinden düzelir.

21.10.13

ÇOCUKLARDA REFLÜ

ÇOCUKLARDA REFLÜ

Son dönemlerde reflü tanısı konmuş ve uzun süre tedavi uygulanmış bebeklerin çokluğu dikkat çekicidir.
Reflü tanısında çok özgün altın standart diye kabul edilen bir tanı yönteminin olmayışı bu konunun en güç yanıdır.

Reflü genelde tüm yaşlarda fizyolojik olarak, asemttomatik ve kısa süreli epizotlarla seyreder.
Önemli olan sadece patolojik reflüsü olan az sayıda çocuğun saptanması ve tedaviye alınmasıdır.
Reflü: süt çocukluğu döneminde en sık kusma nedenidir. Ancak ! …
HER KUSAN BEBEK GASTROÖZOFAGİAL REFLÜMÜDÜR ?

Bebeklerde doğumu takiben ilk dördüncü ayda zirve yapmak üzere mide içeriğinin regürjite edilerek   ( bazı hayvan türlerinde gördüğümüz geviş getirme olayı gibi ) ağıza gelmesi ve kusmanın olması İNFANTİL  KALAZYA  olarak isimlendirilir ki  prematüre ve yeni doğanlarda çok rastlanan bu durum yaşamın 4. Ayında aşırı yoğunlaşır 12. Aya, bazende 24. Aya kadar sürerek sonuçta kendiliğinden geçer
.
Floroskopik incelemede normal yeni doğanların %40 ında baryumun mideden duedonuma geri kaçtığı izlenebilir. Bu yapı 6-8. Ay da kendiliğinden düzelir.

      Kesin sebebi bilinmemekle birlikte mide girişi (kardia ) ile yutağın (özofagus) alt ucunda kardia özofagial sfinkterinin (bir kas halkası) gevşekliği veya yetmezliğinden kaynaklandığı düşünülmektedir.
Bu bebeklerde alt özafagus sfinkteri gevşek ve açıktır. Bu da; tekrarlayan kusma ve regürjitasyon ile kendini gösterir. Kusmalar zorlanmadan ve kendiliğinden olur, kusmuk safra içermez
.
Bebeğin: Solunum şikayetleri yok, kilo alması ve büyümesi normal olduğu sürece endişeye gerek yoktur ve olay fizyolojiktir
.
Sağlıklı bir çocukta beslenmeyi izleyen ilk 1-2 saat içinde ortalama 5 kadar reflü epizotu olabilir.
Gevşek olan alt özofagus sfinkteri yaşla ve bebeğin büyümesi ile farklılaşır. Yutma ile koordinasyon oluşunca da tablo düzelir. Prematüre ve yeni doğanlarda reflüye çok rastlanması sfinkter gevşekliği kadar koordinasyonun (uyum) yetersizliğinden  de oluşabilir.

Midenin aşırı yüklenmelerinde de kişide oluşan geğirme ile mide içeriğinin bir kısmı özofagus (yutağa) kaçabilir. Bu her yaşta oluşabilen zararsız ve rahatlatıcı bir durumdur
.
Yaşamın ilk yıllarında en az iki yıl içinde karşılaştığımız FİZYOLOJİK REFLÜLERİN TEDAVİSİ GEREKMEZ.

Bugün kalazya terimi yerine ilk iki yaş grubunuda kapsayacak şekilde  gastroözofagial reflü başlığı kullanılmaktadır.

HER KUSAN BEBEK REFLÜMÜDÜR ?
İkinci yaştan bazen de üçüncü yaştan sonra doğuştan var olan yetersizliğin giderilemediği ve belirtilerin (yutma zorluğu,geğirme, kilo kaybı, büyümede gerilik, besin alamama, öksürük, hışıltılı solunum, nefes tutma, morarma, ağızdan ve bağırsaktan kan gelmesi (hematemez - melena) uyku bozuklukları, pnömoni(zatülree)  atakları, yutak iltihabı sonucu oluşan darlık (özofagit ve özofajial striktür) gibi belirtiler patolojik reflüyü düşündürür ve mutlak  üzerinde durulması ve tanıya gidilmesini gerektirir.

Nörolojik hastalığı olan çocuklarda patolojik reflüye çok rastlanır.

Kesin tanı için standart bir yöntem yoktur. Tanı için uygulanan testlerin duyarlılık ve  özgünlükleri de çok yüksek değildir. Bir çok yayında farklı duyarlılık ve özgünlük oranları verilmektedir. Tanı için aşağıdaki testler uygulanabilir :

1-SİNTİGRAFİ :4 saatlik açlıktan sonra radyoizotopla işaretli mama vermeyi takiben bebeğin yutak ve midesi 1-2 saat gama kamera ile taranır.
Duyarlılığı: Değişik yayınlara göre %60-75 ,özgünlüğü %15-90 olarak belirtilmektedir
Bebeğin radyo aktif madde alması da ayrı bir konudur.

2-ÖZOFAJ PASAJI: Baryumla yutak röntgeninin çekilmesidir. Özgünlüğü %20 olarak belirtilir. Yanlış pozitif veya yanlış negatif sonuçlar verme olasılığı vardır.

3-ÖZOFAJ BASINCININ MANOMETRİK ÖLÇÜMÜ: Uyum gösteremedikleri için küçük çocuklara uygulanabilirliği yoktur.

4-ENDOSKOPİ : Özofajın endoskopik tetkiki özofaj iltihabını ve diafram fıtığını  göstermesi yönünden özgünlüğü %100 e yakındır. Ancak; derin bir kansızlık, gelişme bozukluğu, beslenememe gibi durumlarda yapılması zorunluluk arz eder.

Sonuç: %100 veya ona yakın duyarlılığı ve özgünlüğü olan bir metod henüz bulunamamıştır.

     Bir çok hekim tedavi ile tanıya gitmekte; asit ve proton pompası  baskılayıcı ilaçları hastalarına uygulamakta ilaçlar 3-5 ay alındıktan sonra kesilerek şikayetlerinin tekrar başlaması halinde tanı koyma yoluna gitmektedir.

Bu  arada; belki çocukların büyük bir kısmı da gereksiz yere birçok ilacı uzun süre kullanmış olmaktadır.
     Hayatın ilk yıllarında regülüjitasyon ve kusma ; kilo alamama, büyüme gelişme geriliği, anemi, pnömoni atakları, özofajit sonucu ağrı, nefes tutma nöbetleri, inatçı öksürük, hırıltılı solunum şikayetleri, tekrarlayan kulak iltihapları gibi bulgularla birlikte değil ise adına ister kalazya ister reflü diyelim OLAY FİZYOLOJİKTİR ve de doktorunuzun önereceği özel emzirme teknikleri, beslenmede uygulanacak bazı basit diyetetik tedbirlerle  hemen hemen tam olarak tedavi edilebilir veya çok hafif şekilde belli bir yaşa kadar devam edebilir (2-3 yaşa kadar ) ki bu da önemsizdir.

     Tıbbın fizyolojik diye tanımladığı bu olayın zararsız ve önemsizliğini ninelerimiz; FAZLASINI ÇIKARMA diye isimlendirerek   vurgulamışlardır. Ki çok doğrudur.

30.9.13

SÜNNET

SÜNNET
Yeni doğan bebeklerin bir çoğuna; sünnet derisi dar gerekçesi ile sünnet yapılmaktadır. Gereklimidir?
Amerikan  Pediatri Akademisi yeni doğan bebeklerin sünnet edilmeleri konusunda tıbbi bir neden olmadığını belirtmektedir.
Yeni doğanların büyük çoğunluğunda sünnet derisi ve penis başı arasında zayıf bir yapışıklık vardır.Bu dönemde derinin zorlanarak geriye çekilmesine çalışılması yırtılmalara, kanamalara ve de sonradan oluşacak yapışıklıklara yol açar ve bu durumda deri hiç geri çekilemez.
Oysa ki yeni doğan dönemindeki yapışıklıkların hemen hepsi iki-üç yaşına kadar kendiliğinden açılır.
YENİ DOĞAN BEBEĞİN SÜNNET DERİSİNİN TAM OLARAK GERİYE ÇEKİLMEMESİ NORMALDİR.
Üç yaşından sonra bu durum devam ediyorsa sünnet gerekebilir.
Sünnet yapılmayanlarda deri ile penis başı arasında biriken kremsi madde Smegma nın yaptığı tahrişle enfeksiyon (balanitis) oluşabilir. Ve bu tedavi gerektirir.
ZORUNLU SÜNNET
·         Üç yaşından sonra sünnet derisi tam olarak geriye çekilemiyorsa (Fimozis)
·         Smegma birikimi (balanitise sebep olmuşsa).
·         Bebek veya çocuğun dış idrar deliği hiç görünmeyecek kadar derinin darlığı varsa ve bebek idrar yaparken çok zorlanıyorsa.

Sünnet zorunluluğu oluşur.

26.9.13

KIZAMIK AŞISI

KIZAMIK AŞISI
Kızamık aşısı 12. Ayda %95 , 15. Ayda%98,  9. Ayda ise%80 ve bazen de daha düşük serokonversiyon (virüsün vücuda girdikten sonra ölçülebilir antikor oluşturması) sağlar.
Annedeki bağışıklığın (antikor titreleri) 11. Aya kadar pozitif olduğu bu nedenle aşılamanın 12. Aydan sonra yapılmasının doğru olduğu bilinir.
Gelişmiş ülkelerde toplum aşılanması tam olduğundan,  hastalıkta genelde 3 yaşından sonra görüldüğünden 15. Ayda tek doz aşı yeterli olabilmektedir.
İleri yaşlarda 11. yaş civarı antikor düzeyinde düşme saptandığından 4-6 yaşta 2. Bir aşı yapılması uygun görülmektedir.
Ülkemizde güney doğu bölgesinde mülteciler ile gelen düşük yoğunlukta da olsa kızamık vakalarının görülmesi sağlık bakanlığını 9 aylık erken aşı uygulamasına yöneltmiştir.
9 aylık aşı yapılan bebeğe yeterli serokonversiyon için 1 yaşından sonra 2. Aşılama şarttır.

Bilindiği kadar geçen yıl şehrimizde hiç kızamık vakası görülmemiştir. Bu yıl Ocak ve Şubat aylarında 20-30 kadar kızamık ihbarı yapıldığı söylenmektedir. 4 milyondan fazla kişinin barındığı şehrimiz için bu rakam oldukça düşüktür ve bu da panik yapmak, erken aşılama kampanyası için yeterli midir sorusunu akla getrimektedir.

24.9.13

ÇOCUĞUNUZ YUTARSA ENDİŞELENMEYİN

ÇOCUĞUNUZ YUTARSA  ENDİŞELENMEYİN


Bebek ve küçük çocuklar dünyayı ağızları ile tanırlar. Bu nedenle ne bulurlarsa şuursuzca ağızlarına götürür ve çoğunu da yutarlar.
Yuttukları bazı maddeler çok zehirli olabilir ve ciddi tedavi gerektirebilirler. Bazıları ise toksisiteleri çok düşük olduğundan tedavi gerektirmezler. Aşağıdaki listede hiç tedavi gerektirmeyenler bir de ancak çok miktarda alınmış ise geri alınmaları (mide yıkanması tarzında) gerekenler iki liste halinde sıralanmıştır.

Tedavi Gerekmez                      Çok Miktarda Alınmış İse Geri Alma  Gerekir                                                                                          
Ayakkabı Boyası                                                               Aftershave losyonlar
Banyo Köpükleri                                                               Deodorantlar
Camcı Macunu                                                                  Kibrit(20çöpten fazla-)                
El sabunları                                                                        Kolonyalar
Diş Macunu                                                                       Kumaş yumuşatıcıları
El kremi ve losyonlar                                                          Oral kontraseptifler (gebeliği önleyici ilaçlar)
Gazete kağıtları                                                                   Parfümler
Golf topları                                                                         Saç boyaları
Göz boyaları                                                                       Saç kuvvetlendiriciler
Kalıp sabun                                                                        Saç spreyleri
Kokulu tozlar (elbise için)                                                    Silinmeyen boyalar
Köpüklü banyo sabunları                                                     Tuvalet suyu
Kibrit kutusunun pürüzlü yüzü
Kurşun Kalem
Model çamuru (kil)
Mum
Mürekkep (tükenmez kalem mürekkebi)
Mürekkep (mavi,siyah,kırmızı)
Nem önleyici paketler
Pil (yalama)
Renkli kalemler (yalama ve yutma)
Ruj- Şampuan
Tatlandırıcı Maddeler (sakkarin,cyclamate)
Tebeşir
Termometre (içi)
Traş kremi ve traş losyonu



19.9.13

KORTİZONDAN KORKMALI MI ?

KORTİZONDAN KORKMALI MI ?
Kortizon konusunda ilk ışığı 1926 yılında Mayo Kliniği romatoloji bölümü şefi P.H.S HENCH ilk ışığı yaktı.
Kliniğinde tedavi ettiği Kronik poliartritli (müzmin çoklu eklem iltihabı) hastalarda; sarılığa yakalandıklarında veya hamile kaldıklarında gözle görülür bir iyilik gözlemledi.
Bunu yapan ne idi?
Aynı kliniğin doktorlarından Edward Kendall’ da 300 yıl boyunca fonksiyonu anlaşılamamış olan böbrek üstü bezleri ve onların salgıladığı hormonlar üzerinde uzun zamandır çalışıyordu.
1940 yılında gözlemci Dr. Hench ile araştırmacı Dr Kendall’ın yolları kesişti. Ve; insan vücudunda böbrek üstü bezlerinden salgılanan Hidrokortizonun  (kortizol) 1948 yılında Dr. Kendalltarafından üretimi sağlandı.
Üretilen ilaç yani  kortizon ilk kez hiçbir tedaviden yararlanamayan poliartritli bir kadın hastaya uygulandı. Tedavinin ikinci gününde hasta hareket etmeye başladı. Üçüncü gün ağrıları geçti ve ayağa kalktı. Bir hafta sonra da alışverişe çıktı.
Her iki Dr. 1950 yılında bu buluşlarından dolayı Nobel ödülü aldılar.
O günden bu yana 65 yıl geçti. Kortizonun akut hastalıklarda kısa süreli yüksek dozlarının hiçbir zarar vermediği kronik (müzmin) hastalarda ise; düşük dozların yeterli olabildiği ve çok uzun süre kullanılabileceği, (topikal) deri yoluyla uygulamalarında da genel hormonal etki göstermeden iyilik sağladığı gözlendi.
KORTİZONUN YAN ETKİLERİ VAR MI?
Yan etkisi olmayan hiçbir ilaç yoktur.  Elektrik kullanımında  da risk vardır.Hem de öldürücü risk vardır. Buna karşın  günlük yaşamımızın tüm işlevlerinde onu belli kurallara uymak koşulu ile doğru, sağlam ve iyi yalıtılmış aparatlar, voltaja uygun naklediciler ile kullanarak risklerini yok eder ve hizmetçimiz kılarız.
Kortizon kullanarak doğru endikasyon, doğru süre ve doğru doz ile;  romatizmal, allerjik, enfeksiyon, karaciğer,  mide barsak, böbrek, kan, metabolizma hastalıkları, nörolojik, kulak burun boğaz, göz, çocuk hastalıkları ve tümörlerin tedavisi gibi geniş bir yelpazede  mucize sonuçlar elde edebiliriz.

KORTİZONDAN KORKMAYINIZ.

13.9.13

ANNE SÜTÜ BİR MUCİZEDİR

ANNE SÜTÜ BİR MUCİZEDİR
Sadece bir protein, yağ ve şeker karışımı değildir. Bebeğin büyümesini sağladığı gibi onun; damar sertliği, kansızlık ve barsak enfeksiyonlarından da korunmasını da sağlar.
Bileşim emzirmenin başlangıcına, sonuna, bebeğin prematüre doğmuş olmasına göre değişebilir.
Günün değişik saatlerinde ve emzirmenin muhtelif dönemlerinde de farklılıklar gösterir.
Emzirmenin başlangıcında laktoz ve sudan zengindir. Emzirmenin sonuna doğru yağdan zenginleşir. Bu sütü alan çocuk doygunluk hissederek memeyi bırakır. Böylece aşırı şişmanlık riskinden kurtulur.
Prematüre bebek annelerinin sütleri ; protein, lizozym (antikorlarla birlikte bakterileri zararsız hale getiren enzim) ve kalsiyumdan zengindir, laktoz ve yağdan fakirdir.
Bu süt onun için özel bir formüle bürünmüştür ve o bebek için en iyi besindir.
Kiloca gelişmiş bir bebekle, kilosu düşük bir bebek aynı memeye tutulduğunda sütün formülü bebeğin gereksinimine göre değişir.
Bunun bir başka örneğini doğada gözlemleyebiliriz.
Yavrusunu emziren inek; emzirme anında başını uzatarak yavrusunun poposunu yalar.
Çevreye bulaşık kaka artıklarından yavrunun barsağındaki mikrop florasının mesajını  alarak emzirdiği sütün formülünü otomatik olarak yavrunun gereksinimine göre düzenler.
Anne sütü; bebeğin barsaklarındaki mikrop dengesini koruyan, florayı zenginleştirerek hastalık yapıcı mikropların hücrelere bağlanmasını önleyip kaka ile atılmalarını sağlayan PROBİYOTİK, hem de; kalın barsaktaki bakterilerin aktivitelerini arttıran PREBİYOTİK lerden zengindir.

Protein inek sütüne göre 3 defa az olmasına rağmen biyolojik yararlılığı yüksek olduğu için bebeği daha iyi besler ve sindirimi kolaydır.
Vücudun yapı taşlarını  teşkil eden amino asitler(esansiyel) insan sütünde bebeğin gereksinimlerini
tam karşılayacak oranda bulunur. Özellikle Taurin beslenmeyi ve beynin gelişmesini sağlayan bir faktördür anne sütünde inek sütüne oranla 30-40 defa daha fazla bulunur.
Anne sütündeki yegane karbonhidrat laktozdur yavaş ve kolay sindirildiğinden kan şekerini çok iyi regule eder.
Anne sütü, yeni doğanında kolayca kullanabileceği kısmen parçalanmış yağ asitlerini içerir.Tuzdan özellikle; sodyumdan üç defa fakirdir. Bu da böbreklerin aşırı yüklenmesini önler.
Anne sütündeki Demir düşük olmasına rağmen biyolojik yararlılığı yüksektir. Bütün besinlerdeki demirin %5-10’u emilebilir.Anne sütündeki demirin %60’ı emilir.
Anne sütü kalsiyumunun emilme oranı yüksektir. Anne diyetinde yeteri kadar kalsiyum ve fosfor yoksa; annenin kemiklerinden eriyen kalsiyum ve fosfor sütteki oranları sabit kılar.
Vitaminler, hormonlar, büyüme faktörleri, özel  immun globulinler (bağışıklık faktörleri) bakımından zengindir.
Anne sütü ile beslenen bebeklerin enfeksiyonlara dirençli olması yanında (birçok enfeksiyon hastalığı çok daha az görülür) bu bebeklerin aşılanmalarında da anne sütü almayanlara göre daha fazla bağışıklık kazandıkları gösterilmiştir.
Anne sütü; laktobasilus bifidus gibi bakterileirn (ince barsaklarda) çoğalmasına yardım eder. Bunlar sütteki laktozdan laktik asit oluşturur. Kakanın Ph sı asitleşir. Dolayısıyla barsakta hastalık yapıcı mikroplar yaşamazlar.
Kolostrum 24 saat, olgun süt 6-8 saat oda ısısında kalabilir ve içinde mikrop üremez. Bu; sütün antibakteriyel etkisinin ne kadar güçlü olduğunu gösterir.
Kırsal bölgelerde halen konjektivitlerde anne sütü damlatılarak uygulanan tedavi de anne sütünün antibakteriyel kanıtıdır.
Chernobil faciasından sonra; inek sütüne geçen radyoaktivilerin anne sütünde pek artmadığı gösterilmiştir.
KOLOSTRUM doğumdan sonraki ilk 5 günde salgılanan süte denir.Proteinden özellikle; enfeksiyonları önleyici proteinden zengindir.
Sekretuvar  İgA konsantrasyonu yüksektir. İlk emme ile bebeğin ağız ve gastroentestinal mukozaları sekretuvar İgA ile örtülür. Bu barsaklardan emilerek kanda yükselir. Burun solunum ve idrar yollarını kaplar onu enfeksiyonlardan korur.
Kolostrum da annenin geçirdiği enfeksiyonlara E. Coli, rotavirüs gibi ishal amilleri, Tbc, polio gibi birçok etkene karşı antikorlar vardır.
Kolostrum yaşamın ilk haftalarında bağışıklık sistemleri gelişmeyen bebeği korur.
Mekonyumun (ilk kakaların) atılmasını kolaylaştıran bir etkiye sahiptir.
EMZİRME: Emme bir reflex olarak doğumdan önce vardır.Doğan bebeğin emmesi genellikle açlıktan değildir. Bebeğin doğar doğmaz anne memesini  emmesi sütün gelmesini  temin eder.
Meme uçlarından kalkan uyaranlar hipfizden prolaktin ve oksitosin salgılar. Bunlardan birincisi sütü oluşturur diğeri salgılatır.
Bebek doğumu takip eden ilk yarım saat içinde çıplak olarak anne memesine konulmalıdır. Böylece anne ve bebek arasında psikolojik bağlantı sağlandığı gibi meme başlarının uyarılması ile prolaktin salgılanması artar ve süt yapımı başlar.
Doğumdan hemen sonra emzirme oksitosin salgılanmasını uyarır. Bu da uterusun kasılmasını temin eder. Böylece uterusun eski şeklini alması kolaylaştırılmış ve;  doğum sonrası kanamalarının önüne geçilmiş olur.
Memede tutuş ilk 5 dakika sonraları 10-15 dakikadır.
EMZİRME ARALARI :  Bebeklerin mideleri 1-3 saat içinde boşalır. Bu nedenle 3 saatte bir emzirmeyi  önerenler olduğu gibi anne sütünün biyolojik özelliği dolayısıyla; bebek midesini;15-45 dakikada terk ettiğinden yapay beslenmede  olduğu gibi 3-4 saat beklemeksizin  bebeğin istediği zamanlar emzirilmesinin sütü arttırdığını savunanlarda vardır. En ideali bebeğin kendine göre ayarladığı şemadır.
Beslenme saati bebek için zevkli bir zaman olmalıdır. Anne bebeğini kendi sütü ile beslediği  için gururlanır varlığının gerekli olduğuna inanır. Bebekte her beslenme saatinde annesine çok yakın olduğu ve kucağa alındığı için mutluluk duyar.
·         Bugün sütün bütün biyolojik özelliklerinin hepsinin kimyasal yapısını tam olarak bilememekteyiz.
·         Hiçbir memelinin annesinin sütü olmadığı için suni beslenmeye tabi tutulduğu görülmemiştir.
·         Anne sütü bebeğin şişman olmasını da önleyerek bunun sonunu artık bebeklikte bile görülebilen arterosklerozdan korur.
·         Tabiat prematüreliğin derecesine göre sütte protein ve immunite modellerini arttırır.
·         Bebek alacağı sütün yarısını ilk 2 dakika da alır, ikinci yarısınıda 10-15 dakikada alır.

SÜTÜ OLMAYAN ANNE YOKTUR. Sütüm az, yetersiz, bebeğimi besleyemeyeceğim diyen ve bu yüzden sütsüz kalan anne vardır.
1985 yılında yayınlanan bir yazıda doğum yapmamış 33 yaşındaki bir çocuk doktoru hanımın kendisine adapte ettiği bir bebeği emzirmesi sonucu 6 aylık oluncaya kadar yalnız kendi sütü ile besleyebilmesi anne psikolojisi yanında memenin emzirilmesinin sütün gelmesi ve bollaşmasını arttırıcı etkisini de açıklamış olur.
Günlük salgılanan süt miktarı 750…-1000ml.dir. İki memenin arasında %25 fark olabilir.
Anne gebelik süresince gövde ve bacaklarında yağ depolayarak; bebeğin ağırlığı ile birlikte 10-12 kg artar böylece emzirme için gerekli enerjiyi depolamış olur. Sütün artmasında annenin aldığı besin ve sıvı miktarın pek önemi olmadığından; Anneler boş yere fazla beslenme sıkıntısına sokulmamalıdır.
İKİNCİL GEBELİĞİ ÖNLEYİCİ ETKİSİ:  Emzirme sırasında meme uçlarının sık sık uyarılması yumurtlamak için gerekli hormonların azalmasına yol açar.
Emzirirken adet kesilmesi emzirmenin doğum kontrol aracı olduğunun iyi bir işaretidir.Buna rağmen adet başlar başlamaz emzirme artık gebeliği önleyemez. Hatta bazı kadınlar süt verirken adet kesilmesi esnasında bile gebe kalabilirler ancak; bu oran %5-10 gibi düşüktür.
ALLERJİ anne sütünün infantil egzema gibi bazı alerjik hastalıklardan koruyucu özelliği vardır. Ailede alerji hikayesi varsa anne sütü ile besleneme daha da önem kazanır.
MEME KANSERİ çok sık doğum yapan ve bebeklerini uzun süre emziren annelerde meme kanseri riski azdır.

9.9.13

GÜNÜMÜZ TIP UYGULAMALARINA ELEŞTİREL BAKIŞ

GÜNÜMÜZ TIP UYGULAMALARINA ELEŞTİREL BAKIŞ
Günümüzde değişen tıp uygulamalarının geçmişinde bir dahili, bir de operasyon gerektiren (cerrahi) branşlar mevcuttur.
Herkesinde sağlık sorunları için başvurduğu tek bir doktoru vardı.
Günümüze kadar doktorlar önce hastalarının şikayetlerini uzun,  uzun dinler, sonra dikkatlice tepeden tırnağa muayene eder. Gözle,elle yoklayarak kulakla dinleyerek değerli doneleri toplar;  kesin tanı içinde bazen laboratuardan yardım isterdi.
Doktor işini bir zenaatkar gibi değil; çünkü zenaatkar aynı işi aynı koşullarda tıpatıp aynını yaparak tekrarlayandır. Bir sanatkar gibi yapardı. Sanatkarsa işini yaparken; düşünce ve becerilerini duygu ile birleştiren kişi idi.
Doktor; Ruhla bedenin bir bütün olduğunu hiç aklından çıkarmadan bilgi ve becerisine  duygularınıda ekleyerek hastasına, onun ruhuna ve tüm  dokularına gösterdiği yüksek saygı ve şefkatle klasik tıptan ayrılmadan kendine özgü metotlarla tanısını kor ve tedavisini düzenlerdi. Hasta da doktoruna aynı yüksek saygı ile bağlı kalır ve tedaviyi birlikte sürdürürlerdi.
Teknoloji bu günün modern tıbbına inkar edilemez katkılar yaptı. Fakat gelişen teknoloji ile doktorluk sanatı zenaat gibi uygulanıp insan bedeni ruhtan ayrı düşünülmeye başlandı.
Birçok doktor hastasını ve onun sorunlarını uzun, uzun dinlemeden bırakın detaylı muayeneyi ona elini dahi sürmeden laboratuvarlara, görüntüleme merkezlerine gönderir oldu.
Hastalık yok hasta vardır. Her hastalık her kişide farklı seyredebilir düşüncesi  yok sayılıp, hastalar laboratuvar verileri ile tedaviye alınır oldu.
Bu durumu oluşturan etkenlerden birincisi Amerika da başlayan bizde de yeni, yeni filizlenen doktorun özgürce düşünme ve davranışını kısıtlayan defans tıbbı dediğimiz tüm sorumluluğu yüklenen kişi olması gereken doktorun sorumluluktan kaçması olayıdır ki. Bu da; iyi bir sorgulama, dikkatli bir muayene ile kolay çözümlenebilecek bir hastalıkta bile sorumluluğu paylaşmak veya sorumluluk yüklenmemek adına çok detaylı,  belki de gereksiz incelemelerle hem zaman hem de çok para harcanması demekti.
Laboratuvar tetkiklerinin hasta tedavisinde önceliği alması bu talebe cevap vermek için sermayenin devreye girmesi  tıbbın endüstirileşmesine yol açtı bu da ikinci etken oldu.
Ard arda açılan özel sağlık kurumları talebe cevap vermek için cihazlarla donatıldı. Yapılan geniş tetkikler sonucu hasta kendisine gösterilen ilgiden hoşnut doktor işini teknolojiye yüklediği için rahat özel kuruluşlar cihazların amortismanının sağlanması ve para girdisinin artmasından mutlu oldular.
Üçüncü etken tıp eğitiminde optimal koşulların sağlanamamasından kaynaklanıyordu.
Doktorluk; usta, çırak işi olarak tanımlanan; bilgi, yetenek ve deneyim gerektiren bir meslektir. Ve bu mesleğe; yeteneği olan kişilerin çok iyi bir eğitimleriyle birlikte mesleğin ustalarının bilgi ve deneyimlerinin kendilerine aktarılması ile kazanılır. Ne yazık ki tam gün yasası ustaların deneyimlerini çıraklarına aktarmalarını engeller oldu.
Politik nedenlerle sayıları süratle çoğaltılmış tıp fakültelerinin bu kadar çok sayıda donanımları yeterli öğretim kadrolarına sahip olabilmeleri ve tıp eğitiminin istenilen düzeyde sürdürebilmesi şüphelidir. Bu nedenle de tüm fakültelerden aynı standartlarda hekimlerin yetişmesi gerçekleşememektedir.
Bu da hekimler arasında farklılıklara neden oldu.
Dördüncü etken . Aşırı branşlaşmadır. Her bir ana branş küçük, küçük özel branşlara bölünmüştür.
Belirli bir konuda çok derinlemesine bilgi birikimleri olan doktorlara tabii ki çok gereksinim vardır. Onlar genel tıp uzmanlığının yüksek danışmanlarıdır.  Ancak  branş hekimliğinin birinci basamak hekimliği gibi yorumlanması yanlıştır.
Ve de unutulmamalıdır ki tek bir organ veya sistem üzerinde uzmanlaşmış bir hekim için o organ insan denen meçhul’ün yani puzzle’ın bir tek parçasıdır. Oysa ki insan vücudu bir bütündür. Ancak tüm parçaları birlikte ele alındığında sorunu anlaşılabilir ve puzzle tamamlanır. Çünkü tek parça bütünden, bütünde o tek parçadan etkilenmektedir.
Aşırı branşlaşma genel tıp uzmanlarını da günlük şikayetler dışındaki konularda ilgili uzmanına sevk ederim düşüncesi ile bilgi tazeleme gereğiyle okumaktan araştırmaktan da uzaklaştırmıştır.
Sonuç:
·         Günümüzde doktorlar Amerika daki  kadar olmasa da defans tıbbı uygulamakta.
·         Birçok hasta birinci basamakta klasik tıp uzmanları yerine öncelikle branşlaşmış doktoru seçmekte.
·         Hastalar endüstirileşmiş tıbbın gerekli, gereksiz yaptırdığı tetkiklerden hoşnut onlarsız tedavinin uygulanamayacağına inanmakta.
·         Ülkemizdeki tıp eğitimi standart hekim yetiştiremediği için bazı hastalar şanslı bazıları şanssız olmakta.
Belki arz talep dengesi içinde beklide devletin imkanları ile hasta sahiplerinden fazla para talep edilmediğinden kimse şikayetçi olmamakta.
Gerçek bu mu şüpheliyim.
İyi yetişmiş sağlam bilgi ve beceri sahibi tıbbi deontoloji ve etik kurallara bağlı çalışkan tüm hekimlerimizi   tenzih ederek;  yüzlerce kötü örnekten sadece pediatride gördüğümüz birkaçını sıralayacağım.
·         Bebek ve çocuklarımızın dörtte üçü reflu hastası, yarısı süt allerjisi tanısı ile tedavide
·         En hafif öksürük ve hışıltılı solunumu olan küçücük bebekler yüzlerinde maskeler, bronş açıcı veya kortizon solumakta.
·         Çocukların ateşi etkisizliği çoktan kanıtlanmış buna karşın toksik olduğu bilinen ardışık tedavi ile düşürülmeye çalışılmakta (art arda calpol+ibufen vs. verilerek)
·         Sık sık ve gereksiz boğaz kültürleri ile Beta kabusu yaratılıp hiç gerekmediği halde taşıyıcılar tedaviye alınmakta (avirulan olduklarını hesap etmeden)
·         1 yaşına kadar bebeklere sanki Tanrı buyruğuymuş gibi  şartlar çok gerektirdiği halde dehidratasyona giresiye kadar damla su verilmemekte.
·         Yeni doğan bebeğe annesinin sütünün gelmesi beklenmeden biberon dolusu yapay mama verilmekte.        Vs.    vs. vs.

Bu örnekler  çok, çok çoğaltılabilir.


2.9.13

BEBEKLER ve BAL

BEBEKLER VE BAL
Bal; özellikle antioksidan,antimikrobial özellikleri yanında; aminoasitler, vitaminler enzimler ve minerallerden zengin bir besindir.

Arılar 4000 den fazla çiçekten topladıkları nektarla sadece 1gr. bal üretebilirler. Bu 1 gr balda binlerce çiçeğin, bitkinin besleyici değerleri ve şifası vardır
.
BAL BEBEKLER İÇİN SAKINCALIMIDIR.
Özellikle 1 yaşından küçük bebeklerde BOTULİZM denen bir hastalığın oluşmasından korkulduğu için; 1 yaşından küçüklere bal önerilmemektedir
.
BOTULİZM NEDİR; Hava,toz, toprak, halı ve benzeri zemin kaplamalarında, arıtılmamış sularda, iyi hazırlanmamış tüm konserve besinlerde, mutfak tezgahlarında, mısır şurubunda, şişede saklanan sarımsakta, peynir altı suyunda, bekletilmiş sebze ve meyvelerde, yemeklere katılan tatlandırıcı ve lezzet vericilerde, lokantalarda hazırlanmış patates salatası, folyoya sarılmış fırınlanmış patates gibi besinlerde CLOSTTRİDİUM BOTULİNUM isimli bir mikrop ürer.(Botulus;  Latincede sosis demektir.Mikrop ilk olarak bozuk sosislerde üretildiği için bu isim verilmiştir.)

 Bu mikrop bir toxin (zehir) salgılar  ki o da bugün kozmetikte kullanılan Botox tur
.
Bu mikrobun bir vegatitif (Ana hücre) şekli, bir de üreme ve yayılmasını sağlayan spor (bakteri içinde oluşan dirençli bir yapı) forum vardır.
Sporlar doğada yaygın olarak bulunur arılar nektar toplarken bu sporları da toplar.
Bu bakteri ve sporları ile kontamine besinlerle bulaşan Botulism bebek ve çocuklarda çok nadir görülür
. Besinlerle alınan sporlar bebek sindirim sisteminde colonize olur bebeğin bağışıklığı düşükse toxin üretirler. Bebek botulizmi vakalarının çoğunda%85 spor kaynağı belirlenemez. Toprak ya da tozlarla alınmış olabilir. Ancak C.Botulinum sporları içermediği şeklinde sertifikası olmayan ballar belirli ve önlenebilecek bir kaynak olarak görüldüğünden çok küçük bebeklere bal önerilmemektedir. (Red book)

Bebek boztulizminde  vakalar %95  6 aylıktan küçüktür. Hastalık hafiften ağıra geniş bir yelpaze gösterir. Vakalar genelde kırsal kesimde veya  banliyölerde oturan hijyen koşulları yetersiz gruplarda görülür. Yıllık median (ortalama) vaka sayısı 70 civarındadır.

Bebek botulizminde ölüm oranı düşük %5 civarında (red book) uygun tedavi ile de tam şifa oluşur.

Bebek Botulizmine   1970 lerin sonunda dikkat çekilmiş. Hastalık etkeni sporların doğada ve birçok besinde yaygın olarak bulunmasına karşılık bal bilinen ve kolay önlenebilecek bir kaynak olarak ele alınmıştır. Oysa ki bakterinin vegetatif formu ph ı düşük olduğu için özellikle süzme balda yaşayamaz (petek balda kısmen yaşabilir)

Sporlarınsa çok nadir tek tek de olsa yaşama ihtimali var. Ancak sporların bal içinde çoğalmaları imkansız ve bu nedenle vegetatif forum oluşmamaktadır.
.
Vegetatif forum zaten düşük bir ısıda dahi ölebiliyor sporlarsa kalabiliyor ancak yüksek ısılarda ölüyorlar. Ülkemizde sporlar için tam analiz yapılamıyor. Vegetatif forum için yapılıabiliyor..
Closttridium  bakterisi insan için hastalık yapıcı değildir sporlar organizmada gelişmez, vegetatif şekilleri de çoğalmazlar

Hastalık ancak; bakterinin dışarda (her tür konserve, uzun süre saklanan sebzelerde) oluşturduğu toksinlerin ağız yoluyla  alınmasından sonra oluşuyor.

Ben pratik hayatımda 50 yıldır yukarıdaki bilgileri anne ve babalarla paylaşarak yapay beslenmeye veya ek besinlere geçtiğimiz bebeklerin mamalarına bal ilave ediyorum.
Hiçbir komplikasyon görmedim.

Zaten yakın zamana kadar Türkiye ye ithal edilen bütün mamalarda da bal katkısı vardı. Yenilerde birçoğundan kaldırıldı.
Büyük çoğunluk küçük bebeklere kesinlikle bal verilmemesi konusunda çok katı hatta emziğin bile bala batırılmasını sakıncalı bulmaktalar.

Bazı otörlerde bebeğe bal verilmesini ebebeyn ile doktorun takdirine bırakmaktadırlar.


27.8.13

YENİ DOĞAN BEBEKLERE SU VERİLMESİ SAKINCALIMIDIR ?


Su hayattır.
Bebeklerin vücutlarının su içeriği vücut ağırlığının %75-80’i dir. Erişkinlerde bu oran %55-60 dır

  Bebekler su kısıtlamasına duyarlıdır.

Su gereksinimi; gizli su kayıpları, kalori tüketimi ve idrar yoğunluğu, tuvalet , solunum sayısı, bulunduğu ortamın ısısı, terleme vs. ilişkilidir.

Bebekler ; vücut ağırlıklarının her birimi için erişkenlerden fazla su tüketmek zorundadır.

Sağlıklı bir bebekte günlük tüketilen su miktarı vücut ağırlığının %10-15 i erişkinlerde %2-4 dür.
Günlük su gereksinimi; 3-10 kg arası çocuklar için 100ml/kg dır.
Terle, solunumla, idrar ve kaka ile su kaybı tam olarak ölçülemez.

Bebeklere  bir yaşına kadar su vermeyin diyenlerin argümanları
-Anne sütünde zaten su var.
-Mide boş yere su ile doldurulmasın
-Bebeğin susuzluk duygusunu maskeleyip emmesi engellenmesin şeklindedir.

Anne sütünün 1 litrede 876 ml sinin su olduğu bir gerçek. Ancak;  hava sıcak,bebek hasta (ateşli), çok hareketli, ishal veya kabız ise ek besin alıyorsa mutlak su verilmelidir.
Bebeğin  kayıplarını yerine koymazsak  dehitratasyon sonucu kan elektrolit dengesi bozulur kalpte aritmi, kramplar, böbrek yetmezliği gelişebilir.

Kalorisi olmayan, tokluk duygusu yaratmayan suyun verilmesinin ne zararı olabilir. Susuzluk duygusunu maskelemesine gelince; bebek susadığı için değil acıktığı için emer.

Bebeklerin mideleri 1-3 saat içinde boşalır.Anne sütü bebek midesini 15-45 dakikada terk eder. Su da hiçbir yoğunluğu olmadığı için mideyi çok erken terk eder.

Su gereksinmesini anlatamayan bebeğe her emzirmeden sonra veya iki emzirme arası su verilmesinin bir sakıncası yoktur.
Annesinin sütündeki su bebeğe kendi bedensel ve çevresel koşullarında yeterli ise zaten suyu reddecektir.

En iyi ölçü bebeğin kendisi olmalıdır.

15.8.13

BEBEKLERDE GAZ SANCISI

''Colic Infantil ''

 Gaz sancısı terimi : Dönem dönem tekrarlayan karın ağrısı, ağlama ve açıklanamayan huzursuzluk nöbetleri için kullanılır. Bağırsak kaynaklı olduğunu düşünenler yanında; gaz birikiminin altta yatan neden olmayıp, aşırı ağlama sonucu oluştuğunu düşünenlerde vardır.

                                 Annenin ruhsal  geriliminin, bebekte sindirim sistemi fonksiyonlarının tam gelişmiş olmamasının, hava yutma, açlık, aşırı ya da uygun olmayan beslenmenin rolü olduğu ileri sürülmekte, kesin olmamakla birlikte bebeğin duygu sistemlerini düzenleyen sinir sistemi mekanizmalarının olgunlaşmamış olmasının da etkili olabileceği de düşünülmektedir. Aşırı sıcak, dar giysiler, aile içi gerginlikler, kalabalık ortamlar hazırlayıcı faktörlerdir. Bazen de eldiven giydirilmiş olması, parmaklarını emememek olayı başlatıcı olabilir.
                              Nöbet anında bebek birdenbire ağlamaya başlar, sıkıntılıdır. Yüzü kızarır, ağız çevresi soluktur, karnı gergin ve serttir, bacaklar karına çekilmiştir, el ve ayakları soğuktur.Nöbetler bazen saatler sürebilir. Nedeni tam olarak bilinmemekle birlikte; gaz çıkarılması ya da dışkılama ile bebeğin rahatlaması; toplanan gazın bağırsakları gerdiği düşüncesini desteklemektedir. Sorun 3-4 aylıktan sonra geçecektir. Gaz sancılı bebeklerin aileleri olayı açlıkla ilgili düşünerek aşırı beslenmeye yönelirler ki bu sorunu daha da arttırır.

TEDAVİDE; Fenobarbital, difenhidramin gibi ilaçlar nadiren gerekebilir simethicon'un yararlı olduğu gösterilememiştir. Son zamanlarda; geçmiş dönemlerde ampirik olarak kullanılan bitkisel ilaçların gelişmiş laboratuvarlarda bilimsel olarak hazırlanan kimyon yağı, dere otu yağı ihtiva eden preparatlar yan etkilerinin olmayışı, uzun süre güvenle kullanılabilirlikleri nedeni ile tercih edilmekte ve de problem çözücü olarak oldukça yardımcı olmaktadır.

14.8.13

ATEŞLİ HAVALE

ATEŞLİ HAVALE

     Çocukluk çağında ateşle birlikte görülen havalelerdir. Tüm çocukların %3-5 inde görülür. Menenjit, ensefalit gibi M.S.S ni direkt etkileyen hastalıklar ateşle seyretse de bu terimin dışındadır.
Ateş: Hastaların çoğundan ateş yükselmesi nöbeti başlatan etkendir. En düşük ateş sınırı 38 C dir genellikle rektal 39 C veya üstündedir. Ateşli hastalığın ilk gününde sıklıkla ilk saatlerde ateş hızla yükselirken havale geçirilir.
Yaş : 5 ay - 5 yaş arası görülür en çok 1 – 3 yaş arasında rastlanır.
Genetik Eğilim : Genetik bir yatkınlık sonucu ateş yükselmesine aşırı duyarlılık gösterenlerde  havale oluşur. Ateşli havale bu çocukların 1. Derece akrabalarında %50 oranında görülür.
                             Genellikle üst solunum yolu enfeksiyonu özellikle barsak enf. (sigellaya bağlı) takiben görülür. 6. Hastalık ve kızamıkta da sık rastlanır. %70-80 üst solunum yolu enfeksiyonlarında ki bunların büyük çoğunluğu virüs enfeksiyonlarıdır.
2 yaşın altındaki çocuklarda menenjit bulguları net olamayacağından net tespit edilemeyeceği için şüpheli durumlarda PL (belinden su alınması ) düşünülebilir.
E.E.G : Havale geçiren çocukta ilk 15 günde bozuk çıkar. Bu durum çocuğun daha sonra sık sık havale geçireceğini göstermeyeceği gibi ilaç başlayıp başlamama veya ilaç kesme yönünden yol gösterici değildir.
Ancak nöbet sonrası  anormal nörolojik bozukluklar varsa altta yatan organik bir beyin hasarını göstermek bakımından ileri dönemde E.E.G çekilebilir.
Akıbet :   Ailenin aklına ilk gelen çocuğun ölebileceği korkusudur.Ölüm yok denilebilecek kadar azdır.Ancak uzun status halinde nadiren oluşur.
Sekel : %  0,5 geçici felçler (Todd  paralizisi ) olabilir. Genellikle 1 hafta içinde iyileşir. Kalıcı motor bozukluklar  zeka yönünden gerilik çok ender olarak uzun ve ağır seyreden havalelerde görülür. Genellikle okul başarısı ve  zeka düzeyleri diğer çocuklardan farklı değildir.
Tekrarlar : %60 – 70  1 defa , %30- 35 2 defa, %5- 10 3 veya daha fazla tekrar olabilir.
Epilepsiye Dönüşüm :  Genellikle 5- 6 yaşına kadar havale riski kaybolur %3-4 ileride epilepsi görülebilir. Aile de  ateşli havale öyküsünün bulunması çocuğun ileride epilepsi olma şansını azaltır.
Riskli Çocuklar : Ailede epilepsi olması, önceden var olan beyin hasarı,  ilk havalenin 1 yaştan önce veya 4 yaştan sonra görülmesi,  15 dakikadan uzun sürmesi. Aynı ateşli hastalık seyrinde tekrarlayan havaleler. Toplam 3 ten fazla havale,E.E.G’nin devamlı bozukluğu riskli ve tedavi gerektiren havaller gurubunu oluşturur.

Tedavi :
Havale anında
·         Çocuk derhal soyulur.
·         Ağız boğaz temizlenir.
·         Solunum yolları açık tutulur.
·         Varsa 02 verilir.
·         Ateş düşürülür.
·         Rektal veya İ.V  havale durduran ilaçlardan uygulanır.


12.8.13

ANNE SÜTÜ- Ne Zamana Kadar Emzirmeli

EMZİREBİLDİĞİNİZ KADAR
''Amerikan Jinekoloji-Pediatri Derneğinin yanıtı,,

  • Emzirme; bebeğe ve ailesine katkı dışında kimseye avantaj sağlamıyor. Reklamı ve beyin yıkaması yok.        
  • Emzirme çocuk ve anne için bir rahatlama, sakinleşme molasıdır.
  • Çalışan, çocuğundan uzak kaldığı için suçluluk duyan anne için bir terapidir.
  • Emzirme,hastalıklardan korur, emzirme süreci uzadıkça korunma katsayısı artar.
  • Emzirmenin ilerleyen dönemlerde yetersiz olduğu bilimsel dayanağı olmayan bir söz, sütün üretimi azaldıkça içindeki protein miktarı ve besi değeri artıyor.
  • Gebelik süresi uzun, bebeği iri, beyni büyük ve uzun ömürlü hayvanlarda emzirme süresi uzundur.
  • Emzirmenin; doğum kilosu 4 misline ulaştığında kesilmesi en uygunudur. 3 kg doğan bebek 2 yaşında 12 kg civarına ulaşır.Emzirme süresi 2 yıl omalıdır.
  • Kuran'a göre 2 yıl  Tevrat'a göre 3 yıl
  • Dünya Sağlık Örgütü'ne göre 2 yaş ve sonrasına kadar
  • Amerikan Pediatri Akademisi'ne göre 1 yaşına kadar mutlak, devam etmeli sonrası, bebek ve anne ikilisine bırakılmalıdır
  • Amerikan Jinekoloji Akademisi'de sürdürülebildiği kadar sürdürülmelidir der.

ÇOCUKLARDA YÜKSEK ATEŞ

ATEŞ
Normalde sabit olan vücut ısısının yükselmesidir.Vücuda zarar veren bir olay veya hastalığa yanıt olarak gelişir
Normal vücut ısısı (0.5-0.7 c) dalgalanma ile 37 derecedir.Günlük ısı farkı 0.5-1 c olabilir.DİÜRNAL RİTM ilk 2 yaşta bu ritim yoktur.
18 aya kadar %50 çocukta ateş 37,8 2 yaştan sonra 37 derecedir.
ATEŞİN KLİNİK UYGULAMASI 1868  de başlamıştır.(144 yıl önce)
Burada; 18 yıl süren 25000 kişide milyonlarca ölçüm yapılarak normal vücut ısısının 37 c normalin üst sınırının 38 c  olduğunun saptanması ile olmuştur.                          

ATEŞ NEDEN YÜKSELİR
·         Enfeksiyonlar (viral-bakteriel) mikrobik
·         Mekanik travmalar
·         Tümörler
·         Kan Hastalıkları
·         Büyük ameliyatlar
·         Büyük kanamalar
·         Kırıklar
·         Otoimün Hastalıklar (vücudun kendi hücre ve dokularına karşı reaksiyonlar) –Romatoid artrit-Skleroderma-Hoshimoto troidi-Adison hastalığı-Bilier siroz
·         Aşırı sıvı kaybı
·         Aşı reaksiyonları
·         Terleme yetersizliği
·         İlaç zehirlenmeleri
·         Kawasaki hastalığı
·         Çevre ısısının yükselmesi
·         Triotoksikoz (zehirli guatr)



VÜCUT ISISINI ETKİLEYEN FAKTÖRLER
·         Gün içi değişim 1.1 c dir diurnal ritim ( en yüksek 13-19 arası)
·         Prematüre ve yeni doğanlarda ısı regulasyonu zayıf yağ dokusu azdır.Vücut ısıları ortama göre değişir.Isı ayar mekanizmaları gelişmediğinden kuvözde yaşatılırlar.
·         Erişkinler 0 derecede bile normal vücut ısısını korur. Yeni doğanlar ancak 20-23 derecede normal ısılarını koruyabilir.
·         Egzersiz-fizik aktivite ısıyı 1 derece arttırır.
·         Heyecanlı-aşırı aktif çocuklarda ısı değişkendir
·         Sıcak hava-aşırı giysi-yemek sonrası ısı artar.
·         Triodin az çalışmasında düşük,çok çalışmasında yüksek ısı oluşur.
·         Uyku ve anestezide ısı ayarı zayıflar.


ATEŞ ÖLÇÜMÜ
İdeali:Yatakta 30 dk dinlendikten, yemekten 1 saat sonra kaka yapmadan ½-1 saat sonra.
Küçük bebeklerde:Rektal ve koltukaltı
5 yaşından sonra:Ağızdan
Termometre en az 3 dk tutulmalı.
REKTAL (popodan) ÖLÇÜM
Annenin kucağında yüzükoyun yatırarak termometre yağlanır veya flexibl digital termometre ile ölçüm yapılır.
Makatta; çatlak veya yara varsa rektal alınmaz.
Rektal ateş 38 dereceye kadar normal kabul edilir.
LİKİT KRİSTAL PLASTİK BANT TERMOMETRELER
Astronotların uzay çalışmalarında takibi için geliştirilmiştir.Alın,koltuk altına tek kullanımlık veya cilde yapıştırılarak 24 saatlik ısı takibi için kullanılır.
Güvenirlik ve hassasiyeti daha azdır.
İNFRARED (KULAKTAN ÖLÇER ) TERMOMETRELER
İlk 1 yaşta  anatomik nedenlerle  ölçümlerin güvenirliği düşük yeni doğanda hiç kullanılmaz.
Dış kulak yoluna hatalı yerleşimle hatalı sonuç çıkar.
ELLE ISI KONTROLÜ
Anneler bu konuda %80 üzerinde başarılıdır.

ATEŞ YÜKSELMESİNİN OLUŞUMU
Enfeksiyon kaynaklı olsun olmasın ateş yükselmesinde ortak faktör DOKU YIKIMIdır.Doku yıkımı sonucu açığa çıkan ürünler,metabolizma ürünleri,bakteri toksinleri PİROJEN leri oluşturur.Pirojenler kan yolu ile beyindeki ısı regulasyon merkezlerini uyarır. Ateşi yükseltir.PİROJEN’ler  Bakteri ,virüs,antigen gibi maddelerle savaşan, onları yok etmeye çalışan Akyuvar (lökosit) serisi hücrelerden salgılanır (endojen pirojen).
ATEŞLİ HASTADA  ısı düzenleme mekanizması bozulunca çevre damarları büzülür (üşütme-titreme hali) ısı depolanması artar, ateş yükselir. SONUÇTA:
·         Kırıklık,uykuya meyil,bitkinlik,yaygın ağrılar,huzursuzluk oluşur
·         El ve ayaklar soğur
·         Kalp atımı artar,yüz kızarır. Vücut ısısının 1 c artışında kalp atımı dakikada 20 vuruş artar.
ATEŞLİ HASTAYA YAKLAŞIM
Ateş sadece bir belirtidir.
Hastalık değildir.Düşman da olmayabilir. Büyük olasılıkla;
DOST OLABİLİR.
·         Çok yüksek olmayan 39.5’den düşük veya uzun sürmeyen ateşin çocuk için çok kötü bir etkisi olmaz.
·         Deneyler ATEŞ ‘in enfekte kişinin immünolojik savunmasını arttırarak yararlı olabileceğini gösteriyor.
·         Ateşi düşürülmeyen çocukların; düşürülenlere göre daha çabuk iyileştikleri gözlenmektedir.
·         İnsan lökositlerinin Fagosite(zararlı hücreleri yenme) aktiviteleri ateş 38-40 derece iken  en üst düzeye varır.
·         Yüksek ateşte VİRÜSLERİN  ÇOĞALMASI baskılanır.
ATEŞ FAYDALIMIDIR?
·         İnsanlarda:Nörosifiliz(frenji),gonokolesik(bel soğukluğu) enfeksiyonlar,kronik brücelloz(malta humması)-uvevit,romatoid artrit gibi hastalıklarda ateş tedavisinden sonra iyileşme görülür.
·         Deney hayvanlarında bazı enfeksiyonlarda (pnomokok gibi) ateşin yükseltilmesi iyi sonuçlar verir.
·         Soğuk kanlı sürüngenler enfekte olduklarında vücut ısılarını yükseltmek için sıcak yerler ve çevre şartlarına sığınırlar.


EN YÜKSEK VE EN DÜŞÜK ATEŞ

Ağır akciğer ve kalp hastalığı olan çocuklarda ateş oksijen tüketimini ve kalp yükünü arttırarak zararlı olabilir.
Sağlıklı çocuklarda zararlı etki 42 dereceden sonra ortaya çıkar.
42.6 dereceye yükselen ve devam eden ateşte kalıcı beyin hasarı gelişir
46 derecenin üzerinde  ısıda dokular ölür.
Erişkinlerde bazen 44 -45 dereceye çıkan ateşlerde bile sonradan hastaların iyileştikleri görülmüştür.

DÜŞÜK ATEŞ
32,7 derecede bilinç kaybı
Makattan 28 derecede ventriküler  fibrilasyon  ile ölüm oluşur. 28 dereceye kendiliğinden  geri dönmez ancak özel metotlarla ısıtılarak dönebilir.
Eskiden 28 derecenin altında yaşam imkansızdı şimdi dokularda buz kristalleri oluşumunu önleyici sedatifler (Klorpromazin) verilerek beyindeki merkezlere etki ile ısı geçici olarak 25-26 dereceye düşürülür.Beyin dolaşımı 15-20 dk durdurularak önemli operasyonlar yapılmaktadır. (hibrnasyon)
NEDENİ BİLİNMEYEN ATEŞ
Üç haftadan uzun süren : Hastane tetkiklerinde sebep bulunamayan ateştir.

ATEŞİN DÜŞÜRÜLMESİ –DÜŞÜRÜCÜLER
ASPRİN :Alındıktan yarım saatten kısa bir sürede kanda yükselir.Bir saat içinde zirve yapar.Son dönemlere kadar 1897 den beri 115 yıldır en yaygın kullanılan ilaçtır.
Ülserli-Astımlı kişilerde kullanılmaz.
Reye Sendromu ile ilişkisi göz ardı edilmemelidir.Bu sendrom 1963 yılında Avusturalyalı patalog REYE tarafından tanımlanan; Karaciğer ve M.S.S bozuklukları ile seyreden,öldürücü olabilir diye düşünülmüş bir hastalıktır 4 -12 yaş arasında daha çok görülür.
İnfluenza (grip virüsü) veya suçiçeği ile enfekte çocuklarda Asprin alımı ile ilşikisi olabilir.Bu nedenle 1980 den başlayarak Asprin kullanımında belirli bir azalma olmuştur
1982 de grip ve suçiçeği seyrinde kullanılmaması 1986 da 12 yaş altında kullanılmamamsı önerilmiştir.
Henüz yayınlanmamış birkaç yüz vaka vardır. (1986 da 150 vaka)Aynı yıllarda bir çok ülkede özelliklede İngiltere de uzun yıllar Asprin kullanılmasına rağmen yayınlanmış vaka yoktur.U.S.A da yıllık 400 vaka.
        Bazı araştırmacılar grip ve suçiçeğinin seyrinde parecetemol veya başka ilaç  kullananlarda hatta hiç ilaç kullanmayanlarda da Reye Sendromu görüldüğünü kısıtlamanın gereksiz olduğunu ekonomik sebepleri olabileceğini düşünülmektedirler.
       Ayrıca salisilat dışında bazı toksik etkilerin,birçok metabolik hastalıkların ve bazı enfeksiyon durumlarının Valproat gibi bazı ilaçlarında Reye sendromunu taklit ettiği bilinmektedir.
Sonuç: Suçiçeği ve influenzeda kullanmamalıdır.
Son görüşler Asprinin GENETİK YATKINLIĞI  olan çocuklardaki virüs enfeksiyonları seyrinde bazı enzimlere etki ile bu sendromu oluştırduğu görüşü hakimdir.
Bu nedenle diğer virüs hastalıklarında da dikkate alınmalıdır.
PARACETEMOL
1950 den beri yaygın kullanılmaktadır .Alındıktan 2 saat içinde vücut ısısı yarım derece düşürürür aç karnına  alınmalıdır.En üst düzey 30-60 dakikada oluşur.
Aşırı doz öldürücü karaciğer nekrozu yapar.
Zehirlenmesi karaciğer nakli gerektiren sebeplerdendir.Çok dikkatli doz ayarı yapılmalıdır.
IBUPREFEN
Paracetemol ilk saatlerde daha etkili iken uzun saatler için ıbuprefen daha etkilidir ve etkisi daha uzun sürer .En üst düzey 2 saatte
6 Aydan küçük  ve 7 kg dan aşağı çocuklara verilmez
KETEPROFEN (Profenid)
6 aylıktan küçüklerde kullanılmaz.
Kusma-bulantı ve geçici hipotermi yapabilir.(aşırı ateş düşüklüğü)
ARDIŞIK TEDAVİ
(Aynı gün içinde iki ateş düşürücü ilacın ard arda verilmesi)
Ardışık tedavide ilaç yan etkileri artar.
Önce tekli tedavi denenmelidir.
 Ard arda ilaç; çocuğun sıkıntısını gidermekten çok ailenin sıkıntısını gidermeye yöneliktir.
İlk olarak 1970 de denemiştir.
Tekli  ilaçtan daha etkili ve güvenilir olduğu ispatlanmamıştır.
Ateş düşürücülerin yüksek dozları ciddi karaciğer zehirlenmesi yapar.
Ibupropfen+paracetemolün birlikte kullanımının.Sinerjistik toksisite ile böbrek yetmezliği , tübuller nekroz yaptığı bilinmektedir.
Ailelerin ateş  düşürücüleri,özellikle parecetemolü zararsız bir ilaç gibi düşünmesi büyük risktir.           
Doğru olanı her zaman tek ilaç kullanımıdır.