29.6.15

AKDENİZ ANEMİSİ


 Kanda alyuvarların (eritrositler) sayıca azlığı ve kana rengini veren hemoglobinin düşüklüğü anemi yani kansızlık olarak isimlendirilir.
 Akdeniz Anemisi en çok Akdeniz bölgesinde rastlandığı için bu ismi almıştır. (ilk kez 1925 yılında Cooley tarafından tanımlandığı içinde Cooley anemisi olarakta adlandırılır.).

Normal bir erişkinde Hemoglobinin %96 ısı Hb A ,   % 2.5’- %3.5’u HbA2,   % 01 den azı HbF den oluşmaktadır.
 Sağlıklı kişilerin hemoglobinlerinde normal yapıda 2 gen vardır.

Akdeniz anemisi otosomal resesif (çekinik) geçişli bir hastalıktır. Yani kişinin hasta olması için; aynı genin olumsuz (mutasyonlu) iki kopyasını (her bir ebebeynden değişmiş bir kopya) taşıması gerekir.

Sağlıklı kişilerin hemoglobininde normal yapıdaki 2 gen ; biri anneden biri babadan çocuğa geçer.
Akdeniz anemisi dediğimiz Beta Thalesemi majorde; Bu iki gende bozuktur.
Akdeniz anemisi taşıyıcılarında ise (Beta thalesemi-Traid)  biri sağlıklı biri değişken iki gen vardır.
Bu çocuklar ebebeynlerinin sadece birinden bozuk gen aldıkları için hasta değil sadece taşıyıcı olurlar.

Normal insanlar normal hemoglobin genleri taşırlar. Çocuklarına da normal Hb geni naklederler.
Anne babadan biri sağlıklı, biri taşıyıcı ise taşıyıcı ebebeynden bozuk geni alan çocuk %50 Akdeniz anemisi taşıyıcısı, normal geni alan çocuk ise %50 normal Hb ile doğacaktır.
Buna karşın hiçbiri Akdeniz anemili (Thalesem Mayor) olmayacaktır.

Anne ve babanın her ikisi de  taşıyıcı ise; her gebelikte %25 çocuk Akdeniz anemisi hastalığı ile doğacaktır.

AKDENİZ ANEMİSİ (Beta Thalasemi Mayor)
En sık Akdeniz bölgesinde rastlandığı için bu ismi alır. Ayrıca ekvatora ve ekvatora yakın bölgelerde de rastlanmaktadır.

Hasta bebekler yeni doğan döneminde normal görünürler. Ancak ilk 6 ay ile 1 yaş arasında hemoglobin değerlerinin süratle düşmesi ile kan nakline gereksinim duyacak duruma gelirler.
Bu çocuklarda ayrıca solukluk, büyüme geriliği, beslenme güçlüğü, ateş, ishal, kusma, karın şişliği, karaciğer, dalak büyüklüğü, burun kökü basıklığı, üst çenenin belirginleşip mongoloid yüz görünümü oluşumu gözlenir.

TEDAVİ:
Bu çocuklarda normalde 3ay civarı yaşayan kırmızı kan hücreleri (eritrositler) taşıdıkları normal olmayan  hemoglobin nedeni ile kısa sürede yıkılırlar yani yaşam süreleri çok kısadır. Bunun sonucu yaşamı tehdit edecek derecede oluşan kansızlığa karşı sık sık kan nakilleri yapılması gerekir.

 Düzenli kan nakilleri yapılamayan hastaların yaşamları 5 yaş civarına kadardır.
Genellikle kalp ve karaciğer yetmezliği sonucu kaybedilirler.
Tedavi amaçlı splenektomi (dalağın çıkartılması) yapılan hastalar da septisemi ile kaybedilebilirler.
Uygun kan nakilleri yapılan hastalar buluğ çağına kadar yaşayabilirler. Kan transfüzyonlarının hastaya yükleyeceği demir birikimine (hemosiderozis) karşı uygun şelasyon tedaviside gerekmektedir.

TAŞIYICILAR
İki beta geninden yalnızca birini taşıyanlar Beta Thalasemi taşıyıcısı olarak adlandırılır. Bunlar hafif solukluk dışında hiçbir klinik belirti vermezler ve de hiçbir tedavi gerektirmezler.

Ancak; bu çocukların soluklukları nedeni ile demir eksikliği gibi nitelendirilip demir preparatları ile tedaviye alınmaları hem durumlarını değiştirmez hem de zararlı olur. Bundan kaçınılmalıdır.

20.5.15

V E D A

                                            ‘’Bütün bitişler sona erişler erkendir. ,,


Ancak ! bir gün bitmesi gerekiyordu.

İzleyicisi olduğum bebekler, bebeğini birlikte büyütmemizi isteyen bebek bekleyen
genç anneler .
Sizlere  vefasızlık yapacakmışım duygusu bu bitişi hep engelledi.

Elimde büyüyen; erişkinler, torun bekleyen büyükanne ve dedeler,
genç anne adayları, yeni anne olmuşlar bilmenizi isterim ki;

Yeni bir nesli yine birlikte büyütelim istiyordum.
Bu benim için büyük bir zevk ve de onur olurdu.

Ancak; bir gün bitecekti.  Doğaldır ki bitmesi de gerekirdi.

Sizden anlayış bekliyorum.

Zamanım kaldı ise dinleneceğim.

Benimle birlikte büyüyen tüm çocuklara onların anne ve babalarına, büyükanne ve dedelere vefaları ve bana yaşattıkları bu muhteşem final  için sonsuz sevgiler.

Sizlere; bana bahşettiğiniz övgü dolu sözlerin coşkusu ve sevinci ile veda ediyorum .

Hoşça kalın.


                                                                                     Dr. OKTAY DİKMEN





Not: Benden ısrarla bundan sonra başvuracağınız çocuk hekimlerini önermem istendi
         benim gözümde bütün hekimler değerlidir. Ancak üniversite yıllarımdan beraber                                    çalıştığım hekimlerden  bazılarını size önerebilirim. Tabii ki tercih sizin olacaktır.


Dr. Sevgi Mir:  463 41 63- Dr. Raşit Vural Yağcı: 464 45 95-Dr. Özlem Kocabaş Tuncel:421 60 45





11.5.15

RENKLİ İDRAR

                                            

Normal idrar açık sarıdan kehribar rengine kadar renk farklılığı gösterir.
Bazı ilaçların, bazı besinlerin alımı ve de bazı hastalıklarda idrar renginde değişiklikler oluşur.
Bazen bu renk değişikliği bazı hastalıklar için ilk bulgu veya tanı koydurucu olabilir
.
KAN KIRMIZI İDRAR
·         İdrar yollarında kanama sonucu idrarda taze kan olması,
·         Besinlere bağlı olarak; çilek, kiraz benzeri meyvalarda bulunan anthocyanin ile,
·         Kırmızı pancar yiyen bazı kişilerde (beaturia) ki bu demir eksikliği olan kişilerde daha çok görülür.
·         İlaçlara bağlı olarak; aminopirin, fenolftalein (kırmızı-mor) rifampin (rifocin-rif-rifadin) alanlarda

TUĞLA KIRMIZISI RENK
Yeni doğan bebeklerin bezlerinde oluşur. İdrarla atılan ürat kristallerine bağlıdır patalojik bir anlamı yoktur.

PEMBEDEN ŞARAP RENGİNE KADAR OLUŞAN İDRAR RENKLİLİĞİ

Hemoglabinüride
·         ilaçlar, naftalin gibi kimyasallarda.
·         Sıtma, oraya ateşi gibi paraziter enfeksiyonlarda.
·          Ağır ekzesizlerden sonra; parolsismal soğuk hemoglobinüri, noktürnal hemoglobinuride.
·         Uygun olmayan kan nakillerinde idrarda hemoglobin çıkması sonucu şarap rengi idrar oluşur.

KOYU KAHVERENGİ İDRAR

·         Karaciğer hasarına bağlı biluribinüride,
·         Orak hücre anemisi krizlerinde

Myoglubinuride
Akutl  myokart enfaktüsü, muskuler distrfi gibi hastalıklarda, yılan balığı ısırığı, karbonmonoksit zehirlenmesi, diyabetik asitozda
.
ORANJ RENKLİ İDRAR
Susuzluk nedeni ile çok yoğunlaşmış idrarda, safra boyaları taşıyan besinlerin alımında.

YEŞİL MAVİ RENKLİ İDRAR
Psendomanas enfeksiyonunda metilen mavisi, tetrasilin gibi ilaçların alımında.

SARI RENKLİ İDRAR
Bekoplex vitaminleri özellikle B6  (Riboflavin) alımında.

MOR RENKLİ İDRAR
Fenolgitalein (müshil ilacı) ilacı kullanıldığında.

ÇOK AÇIK RENK
Süregelen böbrek yetmezliğinde çok su alımı ve çok idrara çıkmada.

BULANIK İDRAR
Bakteriüri (idrarda mikrop olması), alkali idrarda oxolat ve ürat kristalleri ve fosfat kristalleri olduğunda
.
MAVİ ÇOCUK BEZİ SENDROMU
İdiopatik hyperkalsemi (kanda kalsiyum seviyesinin yüksek olması), nefrokalsinazis (böreklere kalsium oturması) ile birlikte görülen triptofan emiliminde ailevi metabolik bozukluğa bağlı olarak indigo mavisi idrar çıkar.Çocuk bezi mavi olur
.
KIRMIZI ÇOCUK BEZİ SENDROMU
25-30 derecede aerobik şartlarda üreyen ve kırmızı pigment üreten, hastalık yapıcı olmayan kromobakteryma bağlıdır.
.
BEYAZ DUMANLI İDRAR
Aşırı oksalik asit ve  glikolik aside bağlıdır.

SÜTLÜ İDRAR (Şilüri)
Filoriyazis (fil hastalığı) de lenf sisteminin tıkanıklığına bağlı olarak görülür.

YAĞLI İDRAR (Lipüriİ)

Nefrotik sedromda, ağır şeker hastalığı fosfor ve karbonmonoksit zehirlenmelerinde görülür.

4.5.15

MİKROPLARIMIZ KADAR SAĞLIKLIYIZ

                  
Sindirim sistemimizde sistemin doğru çalışmasını sağlayan, ayrıca sağlığımız için çok yararlı işlevleri olan, insan hücre sayısının 10 katı sayıda ve 500 türde mikroorganizma(mikrop) mevcuttur.
Yani vücut hücrelerimizin her birine karşılık 10 adet mikroorganizma barındırıyoruz.

Bağırsak mukozamızın alanı 200 metre olup deri yüzeyimizin 100 katıdır.
Kalın bağırsaklarda 1,5-2 kg, deride 200 gram, ağız boşluğu, akciğerler ve vajende 20 şer gram, burunda 10 gr gözde 1 gr mikroorganizma (mikrop) vardır.

Sağlıklı kişilerde o kişiye zarar vermeden belirli bir denge içinde yaşayan bu mikrop grubuna FLORA (çiçek bahçesi ) diyoruz

FLORA BAKTERİLERİNİN İŞLEVLERİ

·         Salgıladıkları enzimlerle proteinden zengin besinlerin ve onların yıkım ürünlerinin parçalanıp emilmesine yardımcı olur.
·         Bağırsaklarda zararlı bakterilerin üremesini önler hastalıklara karşı korur.
·         Bağırsak mukozasının yakınındaki lenf sistemini uyararak hastalık yapıcı mikroplara karşı antikor (bağışıklık cisimcikleri) üretimini sağlar.
·         B1-B2-B6-B12 ve K vitamini sentezini yapar.
·         Kısa zincirli yağların oluşumunu sağlar.
·         Bağışıklığı uyarır.
·         Kolesterol seviyesini düşürürler.

FLORA BOZULURSA

·         İshal veya kabızlık, gaz sancısı.
·         Enfeksiyonlara yatkınlık ve yakalanma.
·         Enerji düşüklüğü.
·         Kolesterol düzeylerinde yükselme olur.

Son araştırmalar; obezitenin, otizmin, aşırı stresin de flora bakterilerinin sağlıklı oluşuyla ilgisi üzerinde yoğunlaşmaktadır.
Bulgar köylülerinin çok uzun yaşayanlarının çok yoğurt tükettikleri gözlemlenince yapılan çalışmalarda yoğurdun canlı laktik asit bakterileri içerdiği tespit edilmiş, sonraki çalışmalarda da birçok fermente süt ürününde nonpatojen (hastalık etkisi olmayan, faydalı) mikroorganizmalar (mikroplar) üretilmiştir.

Bağırsak florasındaki bu mikropların başlıca kaynakları yoğurt, peynir, ayran, kefir gibi fermente süt ürünleridir. Tüketilmeleri sağlığımız için yararlı ve gereklidir
.
Son zamanlarda bazı mikrobik hastalıkların tedavisi için sağlıklı kişilerin bağırsaklarındaki faydalı mikroplar hasta kişiye; sağlıklı kişinin gaitası zaralı mikroplardan arındırılarak , kalan faydalı (non patojen) mikropları gaita (dışkı) nakilleri şeklinde yapılmakta; bu uygulama daha çok endoskopik veya kolonoskopik olarak uygulanmaktadır.

Tıpta kan, doku, organ nakillerinden sonra gaita (dışkı) naklininde yapılıyor olması flora bakterilerinin insan sağlığı açısından öneminin en güzel delilidir

 Unutmayalım  vücud floramız ve mikroplarımız kadar sağlıklıyız.

27.4.15

B İ T L E N M E


Kan emici parazitler olan bitler; Baş, vücut, kasık bitleri olarak üç gruptur.
Vücut biti kötü hijyen koşullarında, kasık biti cinsel yolla bulaşma sonrası görülür.

Bu 3 bölgeye yerleşen parazitler ayrı cins olsalar da ( baş ve gövde bitleri aynı cinsin değişik tipleridir.) birbirleriyle çiftleşirler ancak farklı türlerde beslenirler
.
Baş bitleri her yaşta her sosyo ekonomik grupta görülebilirler. Ancak; okul çağındaki çocuklarda (kızlarda daha çok) çok sık rastlandığından yazı konusu yapılmıştır.

Baş bitleri; altı bacaklı çıplak gözle görülebilen kanatsız açık veya koyu gri renkte konağın kanını emerek beslenen 2-4 mm boyunda böceklerdir.
Bu böcekler pire gibi atlayamaz, uçamaz, vektör (aracı) olarak evcil hayvanları kullanamaz.

Bulaşma; en yaygın olarak baştan başa ve en çok şapka, fırça, tarakların müşterek kullanımı ile olur.
Enfeksiyon en fazla ense, kulaklar ve şakaları tutar.
Bitler kan emerken tükürükleri ve dışkılarına karşı oluşan deri duyarlılığı ile şiddetli kaşıntı yaratırlar.
Kan emerken hastalık taşıyıcısı olmaları yanında kaşıntı sorunu saç kökü iltihapları ve benzeri deri lezyonlarına sebep olurlar
.
Vücut bitleri ise özellikle geceleri oluşan şiddetli kaşınma sonucu deride sıyrılmalar ile kendini gösterir. Bu bitler vücutta değil çamaşırların dikiş yerlerine yerleşerek ürerler.

Kasık bitleri ise kasık bölgesinde kaşıntı sonra mavi-siyah lekeler oluştururlar.
Kasık biti taşıyan annenin yeni doğan bebeğinde kirpik ve kaşlarında görülebilirler.
Baş bitleri bulaşmadan sonra 1,5-2 ay hiçbir belirti vermeyebilirler.

Bit yumurtaları 0.5-1 mmlik noktacıklardır saç kepeğine benzerler ancak; farklı olarak kepekler saçtan kolayca düşerken bunlar saça sıkıca tutunurlar, saç gövdesi boyunca hareket etmezler ve daha çok saçın deriye yakın kısımlarında bulunurlar
.
Yumurtalar et renginde de olduğundan görünmezler yavru yumurtadan çıkınca (10 gün sonra) boş yumurta kabuğu (oval grimsi kapsül) Sirkeler görülür.
Ölü sirkeler aylarca saçlı deride kalabilirler ve aktif enfeksiyon değillerdir. Görülmeleri tedavi edilmemiş izlenimi yaratabilirler. Oysa ki aktif enfeksiyon sadece saçlı organizma veya saçın kafa derisine yakın bölgesinde tutunmuş yeni yumurtalar varsa söz konusu olur.

TEDAVİ İÇİN: Tüm aile bireyleri ilaçlanmalıdır. Ayrıca, şapka, havlu, yastık kılıfları yıkanıp kurutulup ütülenmeli fırça ve taraklar 15-20 dk çok sıcak su ve sabun ile yıkanıp çamaşır suyu veya alkolde 15 dk bekletilip ikinci kez yıkanmalı saç tellerimizin dökülebileceği yerler elektrik süpürgesine tutulmalı giysiler kaynatılıp ütülenmelidir.

Bitleri yok etmek için çok çeşitli ilaçlar olmakla birlikte en uygun olan tüm aile bireylerine doğal veya sentetik permetrinli şampuanların kullanılmasıdır. ilaç bir hafta ara ile 2 kez saçlı deriye uygulama sonrası 5-10  dakika saçlı deride kalmasından sonra durulama yapılarak uygulanır.
Sirkeler için bire bir oranında su ve üzüm sirkesi veya başka bir sirke karışımından 15 dakika saçlara friksiyon yapıp, başın bir bone veya havlu ile örtülmesi sonra da sık dişli bir tarak ile taranması gerekir.


16.4.15

ÖPÜCÜK HASTALIĞI

                          

ENFEKSİYOZ-MONONÜKLEOZ

Epstein Barr virüsü 1964’te Burkitt lenfomalı hastaların, biyopsi örneklerinde fark edilip tanımlanmıştır.
Herpes virüs grubundadır 1967 yılında enfeksiyöz mononükleoz (E.P.V) oluşumundaki rolü bulunmuştur.
E.P.V  Enfeksiyonu asemtomatik (belirtisiz) enfeksiyondan, ölümcül, lenfoproliferatif hastalığa kadar değişkenlik gösterir. En çok enfeksiyöz mononükleoz etkeni olarak görülür. Bunun dışında Burkitt lenfoma, Hodgkin lenfoma, Nasofarengial  Kanser, Proliferatif immün yetersizlik gibi çeşitli hastalıkların oluşumunda rol oynar.
E.P.V enfeksiyonu erken çocukluktan itibaren tüm topluluklarda yaygındır. Gelişmekte olan ülkelerde 2 yaşın üzerinde olan çocuklarda %90 seropozitiflik (alınmış mikroba karşı antikor cevabı) , gelişmiş toplumlarda da %25-40 seropozitiflik tespit edilmiştir.
Virüs yılın her mevsiminde her iki cinste eşit sıklıkta görülür. Seropozitiflik tüm toplumlarda yaşla birlikte artar. Hemen hemen tüm erişkinlerde antikor pozitifliği oluşur.
İnsanlar virüsün bilinen tek rezervuarıdır. Virüs ağız ve boğaz salgıları ile atılır.

 Öpüşme ile veya virüsün bulaştığı cisimlerin ağza teması ile daha nadiren de kan ve doku nakli yolu ile bulaşır.

Ağızdan alınan virüs; boğazda lenfoid dokuda aktif olarak çoğalır. 1-1,5 aylık kuluçka dönemi boyunca tüm lenfoid sisteme yayılır.


 ( ÖPÜCÜK )   ENFEKSİYOZ MONONÜKLEOZ HASTALIĞININ  SEYRİ
ÖPÜCÜK HASTALIĞI, MONOSİTER ANJİN, GLANDÜLER ATEŞ, UKDE HUMMASI isimleri ile de anılan bu hastalığın etkeni Epstein Barr (E.P.V ) virüsüdür
.
HASTALIK; yılın her mevsiminde her iki cinste eşit olarak görülür.
Erken çocukluktan itibaren tüm toplumlarda yaygındır. Kuluçka süresi 1-2 aydır. Ancak kan nakli ile bulaşma da ve çocuklarda çok daha kısa olur.
1-2 Gün süren ön belirtilerden sonra; Ateş, boğaz ağrısı, lenf bezlerinde şişme, boğazda kızarıklık, bademciklerde büyüme ile birlikte (hastaların üçte birinde) üzerlerinde kirli beyaz iltihap plağı, ağız içinde koyu kırmızı lekeler (enantem) ve ağız kokusu gelişir.
Bu tablo streptokoksik boğaz enfeksiyonları  ile karışabilir
.
Genellikle;  en çok ön ve daha az sıklıkta arka lenf düğümleri büyür. Bunlar; sert, ayrı ayrı hafif veya orta derecede hassastırlar.
Bazen birinci haftanın sonunda tüm vücud lenf bezlerinde büyüme de olabilir.
2 yaş altındaki çocuklarda, bağışıklık sistemi çok güçlü olanlarda bu klinik bulgular oluşmayabilir.

Özellikle 2-3. haftalarda hastaların %50 sinde dalak, %10 unda karaciğer büyüklüğü, göz çevresinde ödem oluşabilir. Ayrıca hastaların çoğunda tüm ciltte döküntü vardır.
Bu döküntüler ampisilin grubu ilaç kullanımında çok artar
.
ATEŞ: Genellikle öğleden sonraları yükselir. 39-40,5 derece  arası değişkendir. Ortalama 10 gün bazen haftalarca sürebilir.

Hastalığın ağır seyrettiği bağışıklığı düşük kişilerde, kalp, akciğer, beyin, böbrek, kan sistemlerini tutan ölümcül komplikasyonlar  olabilir.  Bazen de özellikle erişkinlerde kronik enfeksiyon tablosu ile karşımıza çıkabilir.
Ölüm çok nadirdir dalak yırtılması ve çok ağır komplikasyonlar gelişirse olur.

TANI: Klinik tablo yanında hastalığın 2 . haftasında mononükleer hücre artısı ile birlikte beyaz kan hücrelerinin (lökositler) çoğalması (bunların %10undan fazlası atipik lenfositlerdir.) saptanır.
Heterofil antikor testi Paul Bunnel veya daha pratik olan monospot testi yapılır.
5 yaşından büyük çocukların %90 ında monospot testi pozitif çıkar.

Heterofil antikor testinin negatif çıktığı olgularda E.P.V ye özgü antikorlara (antiVCA IgM gibi) bakılması gerekir
Tüm dünya ülkelerinde; özellikle gelişmekte olan toplumlarda %90, gelişmiş toplumlarda insanların %25-40 ında geçirilmiş hastalığa ait deliller saptanır
.
Yani; toplum çoğunluğunun geçirdiği bir hastalıktır
.
Hastalığı alan kişi virüsten tamamen arınamaz virüs 1-1,5 yıl boğaz salgıları ve kandan izole edilebilir.
Hastalığı geçirenlerde ömür boyu bağışıklık gelişir.

TEDAVİ : Özel bir ilacı yoktur. Normalde 2-3 haftada kendiliğinden iyileşir. İstirahat, destek tedavisi, ateş düşürücüler- ağrı kesiciler, çok özel hallerde kortikosteroidlerden yararlanılabilinir.

İZOLASYON: Çocukların 2 hafta okuldan uzak tutulması, istirahat, özelliklede dalak büyümesi olanlarda dalak küçülene kadar temas sporlarından uzak tutulması önerilir.


30.3.15

BÜYÜME AĞRILARI


3 yaşla-12 yaş arasında tipik olarak; iki taraflı, akşamları,
 bazen geceleri uykuya dalarken veya uykudan uyandıran şekilde oluşan, sıklıkla uyluk ve baldırları tutan bir ağrı yakınmasıdır. Buna karşın; eklemlerde ağrı yoktur veya çok nadirdir
.
Ağrılar ovma, ısıtma veya ağrı kesicilere cevap verir.Bu basit uygulamalarla hafifler veya geçer
Ağrı şikayetleri genellikle yarım-bir saatlik süreçleri kapsar
.
Ağrıyan bacakta; şişlik, renk değişikliği, ısı artışı, hareket kısıtlılığı, topallama yoktur
.
Bu çocukların muayenelerinde fizik bulguya rastlanmaz. Vücut sistemlerini ilgilendiren (solunum, dolaşım sistemleri vb.) bir bulguda yoktur. Röntgen ve laboratuar analizlerinde de bir anormallik saptanmaz

Sebebi bilinmeyen bu ağrıların büyüme ile ilgisi yoktur.
Büyüme döneminde karşımıza çıktığı için bu ismi almaktadır


Ağrının gelişmesinde ruhsal (heyecani) faktörlerin, travmanın ve aşırı egzersizin, bazen de besin alerjilerinin rolü olabileceği ileri sürülmektedir.

Bu ağrıların erişkin döneme huzursuz bacak sendromu olarak yansıdığı düşünülmektedir.
Yapılan araştırmalar bu çocuklarda ağrı duyarlılığının yüksek olduğunu kemik ve mineral dansitisesinin az olduğunu göstermiştir.

Tipik şikayetler için test yapmaya gerek yoktur. Ancak röntgen ve kan analizleri ailenin endişelerini gidermek için yapılabilir..
Ağrının tipik karakterleri yoksa; enfeksiyon, enflamatuar artrit ,malignite, orpedik ve endokrin hastalıklar araştırılmalıdır.

TEDAVİDE:  Isı uygulaması, masaj, ağrı kesicilerle steroid olmayan antiflamatuar ilaçlar verilebilir.

Ayrıca; aileye bu durumun hiçbir iz bırakmadan geçici olduğu anlatılmalıdır.

27.3.15

DEMİR EKSİKLİĞİ

Demir organizmanın çok önemli ve de eksikliği en çok görülen bir elementidir.
Çocuklarda  vücut demirinin %65 i demir içeren hem grupları ve protein yapısındaki globulinden oluşan ve kanın rengini veren HEMOGLOBİNde ,  %10 u kaslarda bulunan renkli pigment MYOGLOBİN de   %25 i de karaciğer, dalak ve kemik iliğinde depo şeklinde FERRİTİN -HEMOSİDERİN de bulunur.
                    Hemoglobindeki hem   akciğerden dokulara oksijen taşır.  Myoglobindeki hem   oksijeni  depolar ve kaslarda oksijen yetersizliği durumunda bu oksijen serbest hale geçerek kullanılır.
Besinlerle alınan demir oniki parmak barsağı ve ince barsakların ilk bölümünden emilir TRANSFERİN isimli bir proteine bağlanarak plazmaya taşınır.
Demir eksikliği teşhisinde çok önem taşıyan total demir bağlama kapasitesi ölçümü(TDBK) bu taşıyıcı protein transferinin indirek ölçümüdür.
Demirin atılımı ise; barsak hücreleri, safra, dışkı, tırnaklar, saç ve idrarla birde regl kanamaları ile olur.
                  Yeni doğanda toplam 0.5 gr, erişkinlerde ise 10 katı 5 gr. demir mevcuttur.
Yeni doğan bebekte hemoglobin yoğunluğu yüksektir ve bu 2-3 içinde kan hücrelerinin yıkımı ile hızla azalır burada çıkan demir  depolarda toplanır.
 Ancak bu depo ilk 5-6 ay için yeterli olabilir. Ayrıca erken ve düşük doğum kilosu ile doğan ve yeni doğan döneminde kanamaları olan bebeklerde depo çok daha önce azalma gösterir.
                Anne sütü litrede 0.5 mg, inek sütü litrede 1.5 mg demir içerir. Buna karşın inek sütündeki demirin %10 u, anne sütündeki demirin %49 u barsaktan emilir.
Anne sütü alan bebeklerde 4-6 ay sonra Fe elementi eksilmesi olur.
Zenginleştirilmemiş inek sütü alan bebeklerde sadece sütten yeterli demirin sağlanması için, bebeğin günde yaklaşık 15 lt süt alması gerekir.

DEMİR EKSİKLİĞİNE BAĞLI ANEMİ (KANSIZLIK) NEDENLERİ
·         Diyete bağlı olarak demirin az alınması
·         Artmış demir gereksinimi (prematüre doğum, düşük doğum ağırlığı, siyanotik kalp hastalığı, buluğ çağı)
·         Tekrarlayan ishaller, barsak emiliminin bozuklukları (çöliak hast. Vs.)
·         Kan kayıpları.
·         İnek sütü alerjisi, zenginleştirilmemiş inek sütü ile beslenme.
·         Kanama yapan barsak parazitleri.
·         Asprin ve diğer romatizmal ilaçların sürekli kullanımı.
·          
DEMİR EKSİKLİĞİNE BAĞLI KANSIZLIKTA KLİNİK BELİRTİLER
Bebeklerde kansızlık tablosu genellikle 6 ay ile 2 yaş arasında gelişir.
 Büyümede duraklama;( iştahsızlık  sonucu çocuğun büyümesi geridir, ağırlıkları boylarına göre azdır. Bu çocuklara demir desteği yapıldığında normale dönerler.) Ayrıca toprak yeme , dil papillalarınınsilinmesi, yutma güçlüğü , huzursuzluk, yorgunluk, mental motor gelişme geriliği, algılama fonksiyonlarında azalma (Beynin hızla geliştiği süt çocukluğu döneminde demir eksikliği kalıcı zeka geriliğine sebep olabilir) .
Süt çocuklarının; korku, çekingenlik, anneye aşırı  düşkünlükleri de vücutta demir düşüklüğüne bağlanabilir.
Nefes tutma (katılma nöbeti),kalp hızında artış,fizik performans azalması,enfeksiyonlara yatkınlık vardır. Birde bu çocuklar pancar yediklerinde idrarları kırmızı çıkar.Bu da önemli bir bulgudur.
Demir eksikliği buluğ çağı çocuklarında okul başarısızlığı ve konsantrasyon güçlüğüne de yol açar.
KORUNMA
Gebelerdeki demir eksikliğinin giderilmesi bebekte gelişebilecek anemiyi önler.
·         Zamanında doğan bebekler. Yeteri kadar demir ile zenginleştirilmiş besin almıyorsa 4. Aydan geç olmamak üzere kg başına 1 mg demir ile desteklenmelidir.
·         Prematüre ve düşük doğum ağırlıklı bebekler 2 aylıktan başlayarak 12. Aylığa kadar kg başına 2 mg. 1 kg altında doğanlar kg başına 4 mg demir almalıdır.
·         Anne sütü alamayanlara mutlak olarak demir ile zenginleştirilmiş Formulalar verilmelidir.


Verilen demirin emilimini ve bio yararlılığını beraberinde alınan C vitamini ve C vitamini içeren besinler ve birde kalsiyum arttırır.
Tahıllardaki fitatlar, ıspanak, pazı gibi yeşil sebzelerde bulunan okzalad ise emilimi azaltır.
Demirden en zengin besinler : Et ve et ürünleridir. Yumurta sarısı, yeşil sebze ve meyvalarda da demir mevcuttur.
Besinlerle aldığımız tüm demirin yaklaşık %10 u emilebilir.
DEMİR EKSİKLİĞİ ANEMİSİ
Kıkrmızı kan hücrelerinin sayı ve renginin azlığı, şekillerinin bozulması hemoglobinin düşüklüğü, ferritin ve serum demirinde azalmanın yanında demir bağlama kapasitesinin artması ile konur.
TEDAVİ
Demir içeren ilaçlarla olur. Demir alımı dişlerde geçici renk değişikliği yapar. İlacı dilin arkasına vermek kısmen bir önlemdir. En sık yan etki (%10-20) ishal veya kabızlıktır. İlaç yemek aralarında verildiğinde emilimi artar fakat yan etkileri çok olur bu nedenle yemekle birlikte veya hemen yemek arkasından verilmesi  önerilir. Sütle bile birlikte verilebilir. Bazı çocuklarda kahvaltıdan yarım saat önce tek doz verilmesi de önerilebilir.
Tedavi ile hemoglabin düzeyi normale geldikten sonra depolarında dolması için tedaviye 2 ay daha devam edilmelidir.

Vücutta demirin birikim yapmasını önlemek amacı ile tedavi 5 aydan uzun sürdürülmemelidir. 

23.3.15

DEMİR EKSİKLİĞİ


                    Demir organizmanın çok önemli ve de eksikliği en çok görülen bir elementidir.
Çocuklarda  vücut demirinin %65 i demir içeren hem grupları ve protein yapısındaki globulinden oluşan ve kanın rengini veren HEMOGLOBİNde ,  %10 u kaslarda bulunan renkli pigment MYOGLOBİN de   %25 i de karaciğer, dalak ve kemik iliğinde depo şeklinde FERRİTİN -HEMOSİDERİN de bulunur.
                    Hemoglobindeki hem   akciğerden dokulara oksijen taşır.  Myoglobindeki hem   oksijeni  depolar ve kaslarda oksijen yetersizliği durumunda bu oksijen serbest hale geçerek kullanılır.
Besinlerle alınan demir oniki parmak barsağı ve ince barsakların ilk bölümünden emilir TRANSFERİN isimli bir proteine bağlanarak plazmaya taşınır.
Demir eksikliği teşhisinde çok önem taşıyan total demir bağlama kapasitesi ölçümü(TDBK) bu taşıyıcı protein transferinin indirek ölçümüdür.
Demirin atılımı ise; barsak hücreleri, safra, dışkı, tırnaklar, saç ve idrarla birde regl kanamaları ile olur.
                  Yeni doğanda toplam 0.5 gr, erişkinlerde ise 10 katı 5 gr. demir mevcuttur.
Yeni doğan bebekte hemoglobin yoğunluğu yüksektir ve bu 2-3 içinde kan hücrelerinin yıkımı ile hızla azalır burada çıkan demir  depolarda toplanır.
 Ancak bu depo ilk 5-6 ay için yeterli olabilir. Ayrıca erken ve düşük doğum kilosu ile doğan ve yeni doğan döneminde kanamaları olan bebeklerde depo çok daha önce azalma gösterir.
                Anne sütü litrede 0.5 mg, inek sütü litrede 1.5 mg demir içerir. Buna karşın inek sütündeki demirin %10 u, anne sütündeki demirin %49 u barsaktan emilir.
Anne sütü alan bebeklerde 4-6 ay sonra Fe elementi eksilmesi olur.
Zenginleştirilmemiş inek sütü alan bebeklerde sadece sütten yeterli demirin sağlanması için, bebeğin günde yaklaşık 15 lt süt alması gerekir.

DEMİR EKSİKLİĞİNE BAĞLI ANEMİ (KANSIZLIK) NEDENLERİ
·         Diyete bağlı olarak demirin az alınması
·         Artmış demir gereksinimi (prematüre doğum, düşük doğum ağırlığı, siyanotik kalp hastalığı, buluğ çağı)
·         Tekrarlayan ishaller, barsak emiliminin bozuklukları (çöliak hast. Vs.)
·         Kan kayıpları.
·         İnek sütü alerjisi, zenginleştirilmemiş inek sütü ile beslenme.
·         Kanama yapan barsak parazitleri.
·         Asprin ve diğer romatizmal ilaçların sürekli kullanımı.
·          
DEMİR EKSİKLİĞİNE BAĞLI KANSIZLIKTA KLİNİK BELİRTİLER
Bebeklerde kansızlık tablosu genellikle 6 ay ile 2 yaş arasında gelişir.
 Büyümede duraklama;( iştahsızlık  sonucu çocuğun büyümesi geridir, ağırlıkları boylarına göre azdır. Bu çocuklara demir desteği yapıldığında normale dönerler.) Ayrıca toprak yeme , dil papillalarınınsilinmesi, yutma güçlüğü , huzursuzluk, yorgunluk, mental motor gelişme geriliği, algılama fonksiyonlarında azalma (Beynin hızla geliştiği süt çocukluğu döneminde demir eksikliği kalıcı zeka geriliğine sebep olabilir) .
Süt çocuklarının; korku, çekingenlik, anneye aşırı  düşkünlükleri de vücutta demir düşüklüğüne bağlanabilir.
Nefes tutma (katılma nöbeti),kalp hızında artış,fizik performans azalması,enfeksiyonlara yatkınlık vardır. Birde bu çocuklar pancar yediklerinde idrarları kırmızı çıkar.Bu da önemli bir bulgudur.
Demir eksikliği buluğ çağı çocuklarında okul başarısızlığı ve konsantrasyon güçlüğüne de yol açar.
KORUNMA
Gebelerdeki demir eksikliğinin giderilmesi bebekte gelişebilecek anemiyi önler.
·         Zamanında doğan bebekler. Yeteri kadar demir ile zenginleştirilmiş besin almıyorsa 4. Aydan geç olmamak üzere kg başına 1 mg demir ile desteklenmelidir.
·         Prematüre ve düşük doğum ağırlıklı bebekler 2 aylıktan başlayarak 12. Aylığa kadar kg başına 2 mg. 1 kg altında doğanlar kg başına 4 mg demir almalıdır.
·         Anne sütü alamayanlara mutlak olarak demir ile zenginleştirilmiş Formulalar verilmelidir.


Verilen demirin emilimini ve bio yararlılığını beraberinde alınan C vitamini ve C vitamini içeren besinler ve birde kalsiyum arttırır.
Tahıllardaki fitatlar, ıspanak, pazı gibi yeşil sebzelerde bulunan okzalad ise emilimi azaltır.
Demirden en zengin besinler : Et ve et ürünleridir. Yumurta sarısı, yeşil sebze ve meyvalarda da demir mevcuttur.
Besinlerle aldığımız tüm demirin yaklaşık %10 u emilebilir.
DEMİR EKSİKLİĞİ ANEMİSİ
Kıkrmızı kan hücrelerinin sayı ve renginin azlığı, şekillerinin bozulması hemoglobinin düşüklüğü, ferritin ve serum demirinde azalmanın yanında demir bağlama kapasitesinin artması ile konur.
TEDAVİ
Demir içeren ilaçlarla olur. Demir alımı dişlerde geçici renk değişikliği yapar. İlacı dilin arkasına vermek kısmen bir önlemdir. En sık yan etki (%10-20) ishal veya kabızlıktır. İlaç yemek aralarında verildiğinde emilimi artar fakat yan etkileri çok olur bu nedenle yemekle birlikte veya hemen yemek arkasından verilmesi  önerilir. Sütle bile birlikte verilebilir. Bazı çocuklarda kahvaltıdan yarım saat önce tek doz verilmesi de önerilebilir.
Tedavi ile hemoglabin düzeyi normale geldikten sonra depolarında dolması için tedaviye 2 ay daha devam edilmelidir.

Vücutta demirin birikim yapmasını önlemek amacı ile tedavi 5 aydan uzun sürdürülmemelidir. 

16.3.15

TEKRARLAYAN KARIN AĞRILARI

KRONİK (TEKRARLAYAN) NONSPFSİFİK FONKSİYONEL KARIN AĞRISI



 Üç ay veya daha uzun süre ile değişik zamanlarda en az üç ağrı atağı (krizi) olarak karşımıza çıkar
 4-12 yaş arası (en çok 7-12 yaş) çocukların %15 inde (bazı kayıtlara göre %30'unda görülebilir).

Ağrının özellikleri değişkendir.
Çocuklar genellikle belli belirsiz olarak göbek çevresini gösterirler.
Ağrı atakları çoğunlukla dakikalar sürer. Bazen 1 saate kadar uzayabilir.

Ağrı atakları gündüzleri oluşur. Ağrının gece olması olağan değildir. Ağrının yemeklerle, ya da hareketle ilişkisi yoktur
.
Ağrı atağı sırasında çocuklar soluk görünümlüdürler, yatmak isterler.
Ağrı geçtikten sonra hiç birşey  olmamış gibi oyunlarına kaldıkları yerden devam ederler.

Ağrı krizlerinde çocuklar sinirli olabilirler,ağrıya dramatik reaksiyonlar eşlik edebilir Bazı çocuklar elleri ile karnlarını tutarak iki büklüm olabilirler.
Bazı çocuklar ise ağrı atağı ile birlikte kusabililer (%30).

Ağrı atakları bazen yemek esnasında özellikle çocuğa yemesi için ısrar edildiğinde veya okula gitmeden hemen önce olur.

Bu çocukların genel olarak migren başağrılarına benzer tipik bir öyküleri vardır                                
Aile ve hekim öncelikle; enfeksiyöz , inflamatuar, metabolik, anatomik veya tümöral bir hastalık belirtisi m i dıye endişelenir .Fakat çocukların fizik bakılarında bir şey bulunmaz. Tamamen normaldirler.

Bu ağrılar hiç bir patalojik duruma bağlı yani organik olmayıp tamamen fonksiyoneldir.

Tekrarlayan karın ağrılarının otonom (istem dışı çalışan) sinir sisteminin duygusal yüklenmelerİnde daha çok görülmesi bunun psikosomatik bir hastalık olduğunu düşündürmektedir.
 Yani duygusal uyaranların sindirim sisemindeki bir yansıması gibi düşünülmektedir. (viserall hiperalgezi)

Bu çocukların şikayet etikleri ağrı gerçektir rol yapıyorlar gibi yorumlanmamalıdır.
Bu olgularda annelerinin aşırı korumacılığı, çocukların özgüven eksikliği, aile içi kavgalar, ölümler, hastalıklar, arkadaş ve öğretmen ilişikilerinde sorunlar, okul fobisi, stres gibi duygusal uyaranların; ağrı eşiğini düşürerek fonksiyonel ağrılara sebep olduğu düşünülmektedir
.
Tekrarlayan karın ağrıları şikayeti olan çocukların ailelerinin çocukluklarında a aynı şikayetlerin olduğu, bu kişilerin; mükemmeliyetçi, başarıya odaklanmış ve üzülmeye yatkın oldukları gösterilmiştir.
Fonksiyonel karın ağrısı olan çocukların bir kısmında; baş ağrısı, baş dönmesi, araç tutması, sıcaklığa tahammülsüzlük gibi istem dışı sinir sisteminin genel fonksiyon bozukluklarını gösteren belirtiler de olabilir.
Fonksiyonel karın ağrıları olan çocukların fiziki bakılarında bir patoloji bulunmadığı gibi; tanı koyduracak özgül bir labaratuar testi de yoktur
.
ORGANİK KARIN AĞRISI NE ZAMAN DÜŞÜNÜLMELİDİR

·         Çocuk 4 yaşından küçükse
·         Ağrı sürekli ise
·         Ağrı lokalizasyonu farklı ise
·         Ağrı uykudan uyandırıyorsa
·         Sırt ağrısı, yutma güçlüğü
·         Kilo kaybı
·         Ateş, sarılık, döküntü
·         Burun kanaması
·         Ele gelen kitle
·         Artmış sedimantasyon hızı, karaciğer, böbrek fonksiyonlarnda bozukluk varsa
Organik karın ağrısı olasılığı düşünülmelidir. O zaman gerekli tetkikler yapılmalıdır
.
FONKSİYONEL KARIN AĞRILARINDA TEDAVİ
Aileyi rahatlatmak duygusal sorunlar için psikolojik tedavi yeterli olur. Prognoz (sonuç) iyidir.


9.3.15

BINGILDAK

                                     

Yeni doğanda başlıca ön-arka (ayrıca 2 sfenoid-2lamboid ile birlikte 6  bıngıldak vardır)olarak 2 bıngıldak mevcuttur

Ön bıngıldak; 1-4 cm çapında. Arka bıngıldak; üçgen şeklinde 0,5 cm çapındadır.
Ön bıngıldağın kapanma yaşı;7-19 ay arası  ortalama olarak  12-18 ay civarıdır.
Arka bıngıldak 3 ay civarı, nadiren de 6. ayda kapanır
.
Bıngıldağın kapanması bazen 4-5. aylarda da olabilir. Hatta; nadiren bebek bıngıldağı kapalı olarak da doğabilir
.
Sütürler (kafa kemikleri dikişleri) açıksa, baş çevresi normal büyüyorsa sorun yoktur.

Bıngıldak klinik olarak kapanmış izlenimi verse de röntgen incelemelerinde tam kapanmanın olmadığı tespit edilebilir.
Kapanmanın gecikmesi durumunda da :raşitism,hidrosefali, sifiliz, hipotroidi, osteogenezis inperfekta, mongolizm, gargoylisim gibi hastalıklar  akla gelebilir. Bütün bunların klinik ve labratuvar tetkikleri ile teyidi gerekir
.
Burada yapılması gereken; baş çevresi ölçümlerinin takibidir. Baş çevresi normal büyüyorsa sorun yoktur.
Kafa kemikleri ile başın büyümesi arasında yüksek bir korelasyon vardır beyin gelişmez ise baş küçük kalır.

Küçük baş çevresi küçük bir beyinin belirtisidir.
Yeni doğan da beynin hacmi erişkinin %25 i,  6. ayda %50 si,  2. Yaşta %80 i oranındadır. Beynin bu hacimle büyümesinin uyarıları ile baş çevresi de büyür.
Küçük bir baş çevresi küçük bir beynin (hacimce büyüyemeyen, hasarlı bir beynin) göstergesidir.


Bıngıldağı küçük bebeklerde D Vitamini vermeyi kesmek bu nedenle yanlıştır.
 Bıngıldak küçüklüğünün D vitamini vermekle bir bağlantısı olmadığı gibi,
 Bıngıldağı büyük bebeklere de Raşitizmin diğer belirtileri yoksa D vitamini yüklemesi yapmakta o derece yanlıştır.


Bıngıldağın çok açık olması doğuştan troid hormon yetersizliği belirtisi olabilir.
 Sadece bıngıldak büyüklüğüne bakarak troid hormon yüklenmesi yapmakta yanlıştır.
Bıngıldağın erken kapanması aşırı paratroid hormon salgısından da olabilir. O zaman da Hiperparatriodinin klinik ve laboratuar bulgularının bunu doğrulaması gerekir
.
Bıngıldak açık iken bebekle ilgili bize önemli ipuçları da verebilir. Çocuk sakin ve oturur pozisyonda iken bıngıldak el ile yoklandığında kabarık, gergin pulsatil (nabız gibi atar olması ) kafa içi basınç artımı, menenjit-beyin içinde yer tutan oluşum şüphesi  için önemli bir bulgudur.
Ancak hafif bir pullasyon normal süt bebeklerinde görülebilir.

Buna karşılık bıngıldağın çökük olmasıda bebeğin su dengesinin bozuk olduğunun, su kaybının varlığının işareti olabilir.
Tabi ki bu görüntüler bebekte diğer klinik bulgularla birlikte değerlendirilmelidir.

MİKROSEFALİ
Küçük baş anlamına gelir. Fakat küçük bir beyni daha iyi tanımlar.Beyin gelişiminin geri oluşu nedeni ile ön bıngıldak erken kapanır ve kafatası küçük kalır.
 Mikrosefalİde kafatası simetriktir. Bıngıldağın erken kapanmasına karşın sütürler (kafa kemiklerinin dikişleri) kapanmamıştır.
Mikrosefali primer (doğumda) sekonder (doğumdan sonra) olabilir.

Primer mikrosefali ailesel, doğum öncesi bebeğin geçirdiği enfeksiyonlar, kromozom anomalileri, gebelikte kullanılan ilaçlar ve toksinlere bağlı olabilir.

Sekonder mikrosefali; Beynin doğuştan hasarlı olmayıp bebeğin gelişim devresinde hasar görmesi sonucu, örneğin gebeliğin son aylarında veya erken bebeklik döneminde oluşabilecek travma, anoksi (oksijensiz kalma) gibi nedenlerle oluşur.

KRANİSİNOSİNOSTOZİS
Kafatasını teşkil eden kemiklerin parçaları birbirine yapışık değildir. Sütür olarak isimlendirdiğimiz dikişler bebeğin doğum kanalından geçişini kolaylaştırmak için açık ve doğum esnasında  birbiri üzerine gelerek kafasını küçültür ve  kanaldan kolay geçişi sağlarlar.
Sütürlerin açıklığı 6. aya kadar elle hissedilebilir.
Bu kemiklerin tam olarak yapışması genelde genç erişkin hayata kadar gerçekleşmez.

Kafatası kemiklerinin dikişlerinin erken kapanması olarak tanımlanan kraniosinostozis başın yanlış şekillenmesine, kafa içi basınç artımına bağlı olarak beyinde kalıcı beyin hasarına, gözlerde bozukluğa, diş dizilişinde bozukluğa yol açar.

Bu tablonun geliştiği bebeklerde cerrahi düzeltmeler yapılabilir.

2.3.15

ATOPİK DERMATİT

Bebeklik ve çocukluk çağının en sık görülen kronik  ve sıkıntı yaratan bir deri hastalığıdır.
Pediatrik yaş grubunun %3 ünde görülür.

Nedeni tam bilinmemektedir.  Bu hastaların %70 inde Atopi vardır. Yani; alerjik reaksiyonlara genetik bir yatkınlık sonucu Astma, alerjik konjuktivit, mevsimsel alerjik nezle, besin alerjileri gibi hastalıklara da rastlanır.
Bütün bunlar solunum veya beslenme ile alınan ve insanların büyük çoğunluğunda zararsız olan allergenlere (alerji yaratan) karşı hipersensitif (aşırı hassasiyet) reaksiyonlarıdır.
Hastalığın oluşumunda ayrıca immün, genetik, metabolik, enfeksiyöz ve çevresel faktörlerinde rol oynadığı düşünülmektedir
.
Bebeklik-çocukluk-erişkin fazı olarak 3 tipte karşımıza çıkar. 

BEBEKLİK FAZI: Hastalık doğumda mevcut değildir. 3-6 ay arası alın, yanak derisinde simetrik olarak ve çenede yama tarzında kızarıklık, pürüzlenme ile başlar daha sonra sızıntılı kabuklanma ve pullanma yönünde ilerler
.


Cilt lezyonları ile birlikte huzursuzluk ve kaşıntı vardır. Bebek kaşınamayacak kadar küçük
olduğundan başını ve yüzünü devamlı yastığına sürter
.
Gözler ve ağız çevresinde görülmez. Şiddetli kaşıntı sabit bulgudur. Hasta çocukların göz altında çift deri kıvrımı (Dennie- Morgan belirtisi) ve de kulak kepçesinin yüze birleştiği yerde fissür (yarık) tipiktir.
Bu çocuklarda sıklıkla avuç içi, ayak tabanı çizgileri koyulaşır birde göz nezlesi (konjoktivit) oluşabilir.

Hastalık ılıman iklimli bölgelerde daha çok görülür. İlk ve son bahar dönemlerinde alevlenmeler yapar.
İnek sütü, yumurta ve narenciye türü meyvelerin atopik dermatit gelişimi için zemin hazırlayıcı olduğu düşünülmektedir.
Ayrıca; deterjanlar,eriticiler (solventler), böcek öldürücüler, deodorant, parfüm gibi tahriş edicilerden uzak durulması ipek, naylon, yünlü giysiler yerine pamuklu giysilerin tercih edilmesi, el tırnaklarının kısa kesilmesi, evde; kuş, kedi, köpek gibi evcil hayvan beslenmemesi, ev tozu ve bu tozda yaşayan akarların azaltılması için temizliğin elektrikli süpürge ile yapılması önerilmektedir.

Hastalığın doğal seyri giderek düzelme şeklindedir. Başlıca dönüm noktaları 2 yaş-7 yaş ve buluğ çağıdır
.
Yaşamın 2. Yılında  kendiliğinden gerileyebilir. Pek çoğunda 3 yaşında tamamen kaybolur veya daha nadir olarak ilerleyerek çocukluk yaşı tipine dönüşür
.
Ancak sonunda tamamen iyileşinceye kadar yavaş, yavaş hafifler.
Çocukların %75 i 10-14 yaşlarında tamamen iyileşir çok azında da kronik bir dermatit gelişebilir.

Çocukluk fazında özellikle diz ve dirsek çukurlarında şiddetli kaşıntılı kabuklanmalar gösteren plaklar olarak belirir.

TEDAVİ de öncelik:çoğunun annesindeki endişelerin giderilmesidir. Temel prensip hazırlayıcı  faktörlerden kaçınmak, kaşınma döngüsünü kırmaktır. Bunun için kaşıntıyı teşvik eden deri kuruluğu önlenmelidir.

Günlük ılık su banyoları deriyi nemlendirir, sık sık özellikle banyodan sonra nemlendirici kremler kullanılmalıdır.
Tıbbi tedavi olarak, antihistaminikler, topikal steroidler, katran preparatları. Sızıntılı lezyonlar için

ıslak pansumanlar (Burrow) kullanılabilir.

23.2.15

BRONŞİOLİTİS



Bebeklerde alt solunum yolunun en sık görülen enfeksiyonudur.
Virüslerle oluşur en çok RSV (Respiratory  Synctial Virüs)  etkendir. Hastalık ilk üç yaşta görülür dört yaş üstü çocuklarda seyrektir %80 birinci yaş içinde gelişir özellikle3-6 ay arası çok görülür.

 Şeffaf burun akıntısı, azalmış iştah, hafif ateşle başlar.
Takıben hışıltı, solunum zorluğu, huzursuzluk, solunum sayısı ve kalp atım hızında artma ile siyanoz (morarma) olabilir.
Ateş nadiren 38’’ üstünde olur. Genel görünüm çoğunlukla bozulmamıştır. Muayenede akciğerlerde yaygın patalojik sesler (sibilan ronküsler) duyulur.
Diyafragmın aşağı itilmesine bağlı olarak karaciğer ve dalakta hafif büyüme tespit edilir. Akciğer röntgeninde hava fazlalığı (hiperinflasyon) görülür
.
Klinik tablo akciğerlerde  virüs enfeksiyonu nedeni ile küçük hava yollarının  ( bronşiollerin) içini kaplayan deri yüzeyinin (mukozanın) bozulması yüzeyin bronşiol içini temizleyen tüylerinin yok olması ile  biriken müküs ve hücre artıkları sonucu küçük hava yollarının daralması ile oluşur.
Küçük bebekler bu daralmayı tolore edemez ve bunu aşmak için solunum zorlanır, solunum sayısı artar zorlu solunum ile göğüs kafesi adalelerinin kasılması göğüste kaburgalar arası çekilmelere neden olur. Daralmış bronşiol (küçük hava yolu) den geçen hava müküsle birleşerek hışıltıya sebep olur
.
Hastalık en çok kış ve ilk baharın başlangıcında görülür. Geçirilmiş hastalık sonucu oluşan bağışılık kısa süreli olduğundan tekrarlar görülebilir
.
Anneden geçen antikorlar bebeği hastalıktan koruyamaz.

        Virüslerin bulaşması solunum yolu ile ve damlacık enfeksiyonu ile oluşur.
Küçük bebekler virüsü soğuk günlerde bir odada toplanan aile bireyleri ve ya ziyaretçi komşulardan alırlar.

Konuşurken metrelerce uzağa yayılabilen mikroskobik tükürük damlacıkları ile yayılan virüsler ortamda saatlerce canlı kalabilirler. Bu nedenle kalabalık ve sigara içilen ev ortamı veya kreş gibi toplu yaşam yerlerindeki bebekler,  ayrıca sosyo ekonomik düzeyi düşük, erkek cinsten olanlar, anne sütü ememeyenler, prematüre doğanlar, doğuştan kalp hastalığı ve bağışıklık yetmezliği olanlar risk grubu olarak nitelendirilirler.

Risk faktörleri taşıyan çocukların bir kısmında morarma ile birlikte apne (nefes durması) nöbetleri olabilir.  Bunlar hastaneye yatırılabilirler. Bu çocuklarda nadir olarak solunum yetmezliği gelişebilir ve mekanik ventilasyona bağlanmaları gerekebilir.

       Önceden sağlıklı olan hastalarda risk çok düşüktür.
Hastahaneye yatma mecburiyeti %5 i geçmez çoğunlukla %1 oranındadır.
3 aydan küçükler, doğuştan kalp hastalığı, akciğer hastalığı olanlar ve bağışıklık yetmezliği olanlar için hastanede tedavi gerekebilir.

Etken virüs olduğundan antibiyotik tedavisi gerekmez.
Çok az vakada bakteriyel enfeksiyon eşlik edebilir (Orta kulak iltihabı, pnömoni gibi) o zaman antibiyotik gerekebilir.

TEDAVİ: Destek tedavisi genel prensiptir. Bir kısmına oksijen destek tedavisi gerekebilir. Yarı oturur pozisyonda nemlendirilmiş oksijen verilebilir.  Su kayıpları (dehitratasyon) düzeltilmelidir.
 
Buhar tedavisinin yararı yoktur. Tahriş ile bronşlarda spazm yapabilir. Kortikosteroidlerin (kortizonların) etkinliği kesin değildir. Viral enfeksiyon nedeni ile zararlı olabileceği de dikkate alınmalıdır. Bronş açıcı teofilin yararsızdır. İnhale beta adrenarjikler (ventolin vs.) veya rasemik epinefrin kullanımı da  önerilmez.

Bronşiol tıkanması olan hastaların sadece bazılarında nebülize salbutomole (ventolin vs) cevap alınabilir bu nedenle bir kez denenebilir cevap alınabiliyorsa o zaman devam edilebilir
.
Günümüzde tüm hışıltılı çocuklar hastahaneye yatırılıp nebülizatör maskesi takılarak hem beta adrenerjik  hem de steoidler verilmekte çıkışta bunları evlerinde  de kullanmaları önerildiğinden  bir çok evde nebülüzatör bulundurmak rutine girmiş bulunmaktadır.

Oysa ki bu uygulamaların özellikle 18 ayın altındaki bebeklerde  salbutomolün klinik etkisi belirsizdir. Hatta 6 yaşından küçük çocuklarda da güvenilirliği ve etkinliği tam bilinmemektedir
.
HASTALIĞIN AKIBETİ : Genellikle birkaç gün içinde iyileşme görülür  Nadiren üç haftaya kadar uzayabilir. .Çocukların %40 ında hastalık tekrarlayabilir. Tekrarlarda 2-3 yaşından sonra çok azalır 5 yaşından sonrada tam düzelme olur..

Bazı çocuklarda ileriki yaşlarında astım görülebildiği; bunun geçirilmiş bronşiolite mi yoksa  doğuştan bir yatkınlığa mı bağlı olduğu tartışmalıdır.
Başka bir hastalığı olmayan çocuklarda ölüm  oranı%1 in altında yani çok nadirdir.

16.2.15

YENİ DOĞAN VE AĞIZ SÜTÜ

       Üzülerek belirtmeliyim; hemen, hemen tüm doğum kliniklerinde yeni doğan bebeklere doğumun ilk saatlerinden itibaren;
- Annesinin sütü gelmedi
- Bebeğin kan şekeri düşmesin
 gibi gerekçelerle görevliler tarafından hazırlanmış formula mamalar biberona doldurularak verilmekte,.bebekler sunulan mamaları refleks olarak bir güzel almakta,
       Aileler de bebeklerinin açlığının önlendiğini düşünerek bundan çok memnun olmaktadırlar
Oysa; bu davranış bebeğe yapılmış bir iyilik değil tam anlamı ile büyük bir kötülüktür.
Bu davranışların bilgi eksikliğinden çok; olsa olsa endüstriyel sermayenin reklam gücünden ve konu ile ilgili görevlilerin bu güçten etkilenmesinden kaynaklandığını varsayıyorum.

       Anne sütü bebek doğar doğmaz salgılanmaz.
 Süt yerine çok değerli olan ağız sütü (kolostrum) salgılanır.
Okur yazar olmayanlar bile sütün ilk salgılanmasını üç ezan sesinden sonra beklerler.

AĞIZ SÜTÜ (KOLOSTRUM)

Doğumdan sonraki ilk beş günde salgılanan, koyu sarı renkli miktarca az olmasına karşın protein,vitamin ve minerallerden zengin yağ ve şekerden fakir besleyici değeri çok yüksek bir sıvıdır.

Bu sıvının bağışıklık sağlayıcı sekretuvar IgA (ımmunglobulin) yoğunluğu çok yüksektir
.
Bu globulin bebeğin ağzından başlayarak tüm sindirim sistemi yüzeyini,
takiben bağırsaklardan emilerek , tüm solunum sistemi ile böbrek ve idrar yollarının yüzeylerini de kapar,
 böylece;tüm bu sistemleri enfeksiyonlardan koruyan bir örtü oluşturur.

Ağız sütünde: Annenin geçirdiği rotavirüs, E coli gibi ishal yapan virüsler, tüberküloz, çocuk felci gibi birçok etkene karşı antikorlar da mevcuttur
.
Ağız sütü yaşamın ilk aylarında bağışıklık sistemleri gelişmeyen bebeği korur
.
Doğum öncesi bebeğin bağırsağında birikmiş olan ilk kakanın (mekonyum) atılmasını kolaylaştırır.

MAMA VERMEK YERİNE EMZİRMEK 

Emme doğumdan önce bir refleks olarak vardır.
Doğan bebeğin emmesi anne sütünün gelmesini sağlamak içindir.
 Meme uçlarından kalkan uyaranlar beyinde mevcut hipofiz bezinden  prolaktin  ve oksitosi hormonlarını salgılatır.
Prolaktin sütü oluşturur. Oksitosin sütün salgılanmasını sağlar

Bebek doğumu takıben ilk yarım saat içinde çıplak olarak anne göğsüne konulmalı ve anne memesine tutturulmalıdır.
Böylece; anne ve bebek arasında psikolojik bağ sağlandığı gibi meme başlarının uyarılması ile de prolaktin salgılanması artar ve süt yapımı başlar.

Doğumdan hemen sonra emzirme ile meme uçarının uyarılması  oksitosin salgılanmasını da sağlar.
Bu da uterusun (rahimin) kasılmasını böylece doğum öncesi halini almasını kolaylaştırır, ayrıca doğum sonrası olabilecek
kanamaları da önler.

Bebeğe sadece anne sütü vermek sağlıklı olmanın ve sağlıklı büyümenin temel öğesi olan bağırsak florasının  gelişimi içinde çok önemlidir.

AĞIZ SÜTÜ PREBİYOTİK VE PROBİYOTİKLERDEN ÇOK ZENGİNDİR

Bebeğin bağırsaklarındaki mikrop dengesini koruyan florayı zenginleştirerek hastalık yapıcı mikropların hücrelere bağlanmasını önleyip kaka ile atılmalarını sağlayan PROBİYOTİK
 ve de kalın bağırsaklardaki yararlı bakterilerin aktivitelerini arttıran PREBİYOTİKLER den
 çok zengin olan, özellikle ilk günler anne göğsünden salgılanan ağız sütünün bebeğe mutlak olarak verilmesi bu nedenle çok önemlidir.


Flora gelişimi için günümüzde;  bir çok endüstriyel mamalara pro ve prebiyotikler  eklenerektedir.
Oysa; anne sütü bunların en zengin ve en doğal kaynağıdır.

SONUÇ: Doğar doğmaz bebeğe mama vermekten,mutlak sakınılmalıdır.

Doğumu takıben  ilk yarım saat içinde bebek anne memesine tutturulmalı, bazı yanlış uygulamalarla sağılıp atılan ağız sütünün çok değerli olduğu bunu alan bebeğin ağız sütünün birçok özelliği yanında günlük besin ihtiyacını da karşılayacağı bilinci ile bir katresi dahi ziyan edilmemelidir.

2.2.15

ATEŞ DÜŞÜRÜCÜLERE DİKKAT



ATEŞ Annelerin korkulu rüyasıdır.
 Tüm anneler çocuklarının ateşi yükseldiğinde büyük bir panik içinde gece yarısı bile olsa çocuklarını hastahaneye yetiştirmeye çalışır veya yangına müdahele eden itfaiye eri gibi ateşe karşı bildiği tüm silahları kullanmaya yönelirler.

Oysa ki; ATEŞ, sadece bir belirtidir. Düşman olmayabilir büyük olasılıkla dosttur.
Çok yüksek olmayan 39,5 dereceden düşük ve uzun sürmeyen ateşin çocuk için kötü bir etkisi olmaz.
Deneyler ateşin hastanın immünnolojik  savunmasını arttırarak yayarlı olabileceğini,
Ateşi düşürülmeyen çocukların düşürülenlere göre daha çabuk iyileştiklerini göstermektedir
.

Paracetemol (Acetaminofen) birçok preparat özellikle çocuklarda ateş düşürücü ve ağrı kesici olarak çok sık kullanılmaktadır (Calpol, Minoset,Tamol,Paranox gibi)
Tek başına fitil, şurup, tablet şekilleri olduğu gibi reçetesiz satılan bir çok kombine ilacın içinde de paracetemol vardır. Bu nedenle her eve girebilen, çocukları ateşlendiğinde annelerin ilk başvurduğu bir preparattır. Vede çocularda  en sık zehirlenme yapan ilaçların başında gelir.

Paracetemol
ateş düşürücü, ağrı giderici olarak; 1950'den beri yaygın olarak kullanılmaktadır.Hastanın alımından sonra 2 saat içinde vücud ısısını yarım derece düşürür(.Annelerse ateşin tamamen normal düzeylere inmesini beklerler). Aç iken alınmalıdır, ilaç etkisinin en üst düzeyi 30-60. dakikalarda oluşur. Ancak; aşırı dozları öldürücü karaciğer nekrozuna yol açabilir.

Özellikle; Ateşi olan bebek ve çocuklarda verilen ilacın ilk dozundan sonra ateşin düşmemesi durumunda ilacın üst üste verilmesi ile ilaç dozu kilo başına 200 mg ı geçerse doz aşımı oluşur. İlacın ağızdan veya rektal yolda alınması fark etmez.
Paracetemol zehirlenmesinde; İlk  saatten sonra iştahsızlık, bulantı, kusma, solukluk, sarılık oluşur.
72, saatte karaciğerde büyüme, beyin ve kalp sorunları, böbrek yetmezliği bazende ölümle sonuçlanan karaciğer nekrozu gelişir.

 Zehirlenmeler yüksek doz paracetemol yanında ardışık olarak başka bir ateş düşürücünün birlikte verilmesi durumunda daha çok görülür.

ARDIŞIK TEDAVİ
Aynı gün içinde 2 ayrı grup ateş düşürücünün örneğin; Paracetemol, ıbuprofen(Pedifen,İbufen,Dolven) gibi ialçların (ateş düşmüyor diye) ard arda verilmesi olayıdır. Bu metod 1970 lerde denenmiştir. Tekli ilaç kullanımından daha etkili ve güvenilir olduğu ispatlanamamıştır.

Ardışık tedavide ilaç yan etkileri çok artar. Ard arda farklı ateş düşürücüleri vermek çocuğun sıkıntısını gidermez. Sadece ailenin sıkıntısını giderebilir.
Paracetemolün bilinen karaciğer nekrozu yapmasının yanında ıbuprofen+paraceteolün ardışık kullanımının sinerjistik toksisite ile böbrek yetmezliği (tübüler nekroz) yaptığıda bilinmektedir.


Doğru olan tekli ilac vede ilacı dozunda kullanmaktır.