22.12.14

ROTAVİRÜS


Dünyada 2 yaşın altındaki çocuklarda virüslerle oluşan gastro enteritlerin en sık nedenidir.
Dünyada her yıl rotavirüs enfeksiyonu nedeni ile 600 000 civarında çocuk ölümü tahmini yapılmaktadır
.
Rotavirüsler her yerde bulunur 3- 5 yaşına kadar çocukların %95 i bu virüsle enfekte olurlar.
Düşük sosyo ekonomik bölgeler çocuklarında hastalık çok daha fazla görülür.
Virüs 1973 yılında Avusturalya da saptanmıştır 7 farklı  antijenik  grubu vardır. (A B C D E F G) .  A grup  süt çocukluğu ishallerninin  en sık nedenidir. Virüs hastalık boyunca hasta kişinin dışkısında bulunur, 50  derece ısıya 1 saat dayanabilir
.
Yeni doğan bebeklerin %70-85 inde anneden bebeğe geçmiş antikorlar saptanır.
Bu nedenle anne sütü alan bebeklerde enfeksiyon çok daha az görülür.
Doğumdan önce plesentadan, doğumdan sonrada anne sütünden geçen rotavirüs antikorları bebekleri yaşamın ilk aylarında korur.
Anneden geçen antikorların azalması, bebeğin kendi antikorlarını yeterince yapaması halinde rotavirüs ishalleri en çok 6 ay ile 2 yaş arası görülür. 2-3 yaştan sonra ise oldukça seyrektir
.
BULAŞMA: Fekal-oral yolla (dışkı-ağız ) ile olur. Nadiren solunum ile de bulaşabilir. Hastalığın kuluçka süresi 1-3 gündür
.
HASTALIK:  Hafif-orta derecede  ateş ve kusma ile başlar. Ateş 38,5 derecenin altındadır. Kusmayı takıben yeşil sarı renkli sulu ishal 9 gün kadar devam eder. Dışkı da müküs olabilir. Kan görülmez. Bu hafif tablodan yaşamı tehdit eden ağır su kayıpları yapan şiddetli gastro enteritlere kadar (örneğin 3 hafta kadar süren  ishaller) geniş bir yelpaze gösterir .

6 aylıktan küçük özellikle prematüre bebeklerde; beslenme, bağışıklık yetersizliği olan ve hijyen koşulları kötü çocuklarda morbidite (hasta olma oranı), mortalite (ölüm) oranları yüksektir.
Bağışıklık sistemi sağlıklı bebeklerde rotavirüs gastro enteriti kendi kendine iyileşen bir hastalıktır
.
TANI: Klinik görünüm ve elisa testi ile konur.

TEDAVİ: Akut evrede yeterli sıvı alımı sağlanmalı, anne sütüne ek şeker- elektrolit verilmeli. Çok ağır su kayıpları gelişirse Damar içi serum uygulanmalıdır
.
KORUNMA: Hijyen koşullarının iyileştirilmesi, ellerin sık sık yıkanması en önemli tedbirdir
.
AŞI: 2000 yıllarından sonra uygulamaya girmiştir. 1999 da ilk aşının 8. Aydan büyük çocuklara uygulanmasında bağırsak düğümlenmesine sebep olduğu tespit edilince aşının en etkili olduğu ve yan etkisinin en az görüldüğü 6 ay altındaki bebeklere uygulanması kararı alınmıştır.
6aylıktan küçük bebeklere 4-8 hafta ara ile 2 doz uygulanır.
İdeal aşılama 2-3 aylık iken başlamalı.
Bebek aşıyı kusarsa tekrarına gerek yoktur.
Aşının 1-2 damlası dahi koruyuculuğu sağlar
.
Aşı güvenirliliği ve koruyuculuğu %100 dür.
Aşının son dozu en geç 8 ayda yapılabilir.Daha geçe kalan aşı uygulaması hiç yapılmamalıdır.
,



12.12.14

EL AYAK AĞIZ HASTALIĞI

Coxachi A  tip virüslerle oluşan sıklıkla yaz sonu ve sonbaharda karşımıza çıkan bir hastalıktır
.
Çok bulaşıcıdır en çok fekal kontamiasyon ile (dışkı yolu) bulaşır
.
Sıklıkla 5 yaşın altındaki çocuklar hastalığa yakalanır ve virüsle karşılaşan çocukların %50 si hasta olur.

 Hafif ateş, halsizlik, iştahsızlıkla seyreden kısa seyirli başlangıcı takıben yumuşak damakta, dilde, yanak içinde, küçük dilde veziküller görülür. Dudaklar genellikle salimdir. Ağız içi lezyonları bazen yutma zorluğu yaratacak kadar ağrılı olabilir
.
Ağız lezyonlarından 1-2 gün  sonra deride  özellikle avuç içi ve ayak tabanı kenarlarında çok nadiren de kalçada lezyonlar belirir

.Hepsi 7-10 gün içinde kendiliğinden düzelir. Tedavi gerekmeyebilir.

Ağız ülserlerinin bazen beslenmeyi engellemesi bir risk oluşturur. 38,3 civarı ateş, kırıklık, iştahsızlık, ishal, karın ağrısı, eklem ağrıları olabilir.
Lezyonlar nadiren hassas ve kaşıntılıdır. Çok nadir vakada boyun ve çene altı lenf bezleri büyüyebilir

Komplikasyon olarak; Aseptik menenjit, polio benzeri paralitik bozukluklar (felçler), zatürre, miyokardit (kalp kası yangısı) oluşabilir.

Hamileliğin ilk 3 aylık döneminde hastalığa yakalananlarda düşük yapma riski vardır.

Nadir olarak hastalık 1 yıl içinde nüks (tekrar) ile karşımıza çıkabilir.
Bu hastalık: Herpangina, herpetik gingivo stomatitis, aftöz ülserler, steven johson sendromu ile
 karıştırılmamalıdır
.
TEDAVİ :  Ağrı ve ateş düşürücüler verilir.  Baharatlı, asitli besinler kesilir  sık aralarla ve azar azar soğuk ve buzlu sıvı verilir.
Ağrılı ülserlere topikal tedavi uygulanır
.
KORUNMA: Ellerin sık sık yıkanması, bebeğin altı temizlenirken hijyen şartlarına uyum bulaşmayı önler..

Hastalık en çok başlangıç döneminde bulaşıcıdır. Hastalıktan sonra dışkı ile virüs çıkışı 3 ay devam eder.

5.12.14

VEZİKO ÜRETERAL REFLÜ ( V.U.R )


MESANEDEN  ÜRETERLERE İDRAR KAÇAĞI

Böbreklerde oluşan idrar üreterler yoluyla (böbreklerle-torba arası kanal) mesaneye (idrar torbası) gelir.Mesane  yeterli doluma ulaşınca da işeme ile dışarı atılır.

Normal anatomik yapı işeme esnasında idrarı dışarı atarken aynı idrarın geriye üreterlere dönmesine izin vermez.

Bu da işeme anında mesanede oluşan yüksek basınçtan , birde mesanedeki idrar mikrop taşıyorsa böbrekleri o  mikroplardan korumak içindir.

Enfekte (mikroplu idrarın) üreter yoluyla geriye kaçması böbrek parankiminin (süzme fonksiyonu yapan bölge) zedelenmesine (skarlaşmasına), süzme fonksiyonlarının bozularak böbrek hasarı oluşmasına yol açar. Zedelenen böbrek hücreleri yenilenemeyeceği için gelecekte böbrek yetmezliği, diyalize girme,  böbrek  nakli bekleme gibi çok dramatik tabloların gelişmesi ile sonlanır.

Bu arada idrarın steril olduğu durumlarda reflünün böbrekte önemli bir hasar yapmadığını da söyleyebiliriz.

Ancak ! Enfeksiyon olmasa da mesanedeki yüksek hidrostatik basıncın üreterler ve böbrek pelvisine yaptığı  kötü etki ile hidroüreter ve hidronefroz(idrar yollarının ve böbreğin idrarla dolu olarak süzme fonksiyonunu gören parankim bölgesi aleyhine genişlemesi) ile sonuçlanma olabilir.

Mesane; herhangi bir yolla ulaşan mikropların üremesi için uygun bir ortamdır.

Buna karşı vücut koruyucu sistemler geliştirmiştir. En önemlisi mesanenin periyodik olarak ve tam boşalmasıdır. Böylece mikropların tamamına  yakını dışarı atılır. Tam boşalamayan mesanede rezidü (artık-bakiye) idrar kalması ve volümün artması ile mikroplar tam atılmaz mesanedeki enfekte idrar her işemede üretere kaçar ve  enfeksiyon giderek böbreğe yayılır.

Başlangıçta üreter genişleyerek mesane yüksek basıncının kötü etkisinden böbreği bir süre korur. Sonrada bu genişleme böbreğe yayılarak hidronefroz ve böbrek parankiminde skar (nedbe) oluşumu ve böbrek yetmezliğine götürür.

Reflü de esas neden;  üreterin mesane kasları içinde seyrettiği tünelin kısa olması ve geri kaçmayı önleyen mekanizmanın yetersizliğidir.
Tanı erken konur ve uygun tedaviler uygulanırsa idrarın sterilize edilmesi ile böbrek zedelenmesinin önlenebileceği ve çocuğun gelişimi ile birlikte mevcut reflünün büyük ölçüde kendiliğinden düzelebileceği bilinmektedir. Ancak! Bir yaş altındaki reflülerde kendiliğinden düzelme daha azdır.

TEDAVİ PROTOKOLLERİ enfeksiyonu yok etme, idrarı sterilize etme, esasına dayanmaktadır.
İdrarın sadece üretere az miktarda kaçmasından  böbrekte hidronefroz oluşturacak kadar yoğun olan kaçaklar 1 den 5 e kadar derecelendirilir. Özellikle küçük dereceli olanlar tıbbi tedavi ile izlenir. Uzun  süreli  izlenen ve tedavi ile düzelme olmayanlarda cerrahi tedavi uygulanır.

Hastalığın belirtileri idrar yolu enfeksiyonunun genel belirtileridir (bel ağrısı, piyüri, ateş vs…).
Dikkatli anneler çocuklarının idrarının bulanık ve kokulu olduğu şikayeti ile başvururlar.

İdrar yolu enfeksiyonu tedavi sonucu sessiz ve belirtisiz tekrarlarla karşımıza çıkabilir. Bu nedenle Hastalara tedavi sonrası 3-6 ay kadar koruyucu tedavi uygulamalı sonrada en az 1-2 yıl yakından izlenmelidir.

25.11.14

YENİ DOĞAN SARILIĞI



Biluribin birikmesi sonucu derinin sarı renk almasıdır.

BİLLURİBİN: Kırmızı kan hücrelerinin içindeki hem’in yıkım ürünüdür.
a-      Direkt billuribin: (Suda çözünebilen) Konjuge
b-      İndirekt Billuribin: (Suda çözünemeyen) Ankonjuge olarak iki tiptir.
İndirekt billuribin karaciğerde glukoronil transferaz enzimi ile direkt billuribine; karaciğerden safra kanalına oradan da dışkı ve idrarla atılan ürobilinoidlere dönüşür.
Barsaktan geri emilmez(ancak çok küçük bir kısım dışında).

YENİ DOĞAN SARILIĞI: Karaciğerin olgunlaşma eksikliğine bağlı iyi huylu bir nedenden, hayatı tehdit eden; metabolik hastalıklar, anatomik bozukluklar (safra kanalları yokluğu gibi) çok geniş bir dağılım gösterir.
KANDA DİREKT BİLLURİBİN ARTIŞI : Enfeksiyonlar, metabolik, sindirim sisteminin anatomik bozuklukları, ilaç ve toksinlerin etkileri ile oluşur.
ENDİREKT BİLLURİBİN ARTIŞI: Fizyolojik sarılık, anne sütü sarılığı, kan uyuşmazlıkları, sindirim sistemi anatomik bozuklukları, vücut içi kanamalar, metabolik hastalıklar(G6PD eksikliği) , ilaçlar ve toksinlerle de oluşur.

Bu geniş konuyu fizyolojik, kan uyuşmazlığı, anne sütü sarılığı ile  sınırlıyorum.
Tüm yeni doğan sarılığı nedenleri artmış billuribin üretimi ile azalmış atılım arası bir dengesizlikten doğar.
Kan grubu uyuşmazlığı, kan hücrelerinin enzim eksikliği veya yapısal bozukluk nedeni ile hemolizi (erimesi), prematüre bebeklerde kan hücrelerinin kısa ömürlü olmaları, şeker hastası annelerin çocuklarında polisitemi (kan fazlalığı) bebekte iç ve deri altı kanamalar ve sepsis (mikrobun kana karışması), hepsi artmış kan yıkımı nedeni ile billuribinin yükselmesine yol açar.

Sarılık tipik olarak yüzde göz içinde başlar aşağı doğru ilerler en son avuç içi ve ayak tabanları da sararır. Bunun hızlı ilerleyişi risk göstergesidir.

                               FİZYOLOJİK SARILIK (Tedavi gerektirmez)

Billuribinde yaşamın üçüncü gününde beyaz ve siyah bebeklerde 5-6 mg/dl , doğulu bebeklerde ise 5. Gününde 10-14 mg/dl yükselme olur.
Bu yükselmenin nedeni kırmızı kan hücrelerinin yüksek kitlesi ve kısa yaşam süreleri nedeni ile artmış yıkım sonucu billuribin üretiminin fazlalığı, karaciğer gelişim yetersizliği ile özetlenebilir.

                             PATOLOJİK SARILIKLAR (Tedavi gerektirir)
En sık rastlanan kan uyuşmazlığı, sepsis, polisitemi, karaciğer enzim defektleri ile oluşan hastalıklardır.
Patolojik Sarılık Kriterlerİ:
·         Sarılığın ilk 24 saatte görülmesi
·         Total serum billuribin düzeyinin günde 5 mg/dl den fazla artması
·         Gününde yenidoğanın biluribin düzeyinin 15 mg/dl den yüksek olması
·         Klinik sarılığın gününde doğanda 1, prematüre doğanda 2 haftadan fazla sürmesi
·         Dışkını renksiz idrarın koyu olması

                                                   ANNE SÜTÜ SARILIĞI
Bebeklerin %30-60 ında birinci haftanın sonuna doğru gelişir. Meme emen bebeklerde mama alanlara göre billuribin düzeyleri 3 kat fazla olabilir. Bu yükseklik iki üç haftadan üç aya kadar uzayabilir.
Sonraki gebeliklerde de tekrarlayabilir.
Bu kadar yüksek oranda oluşu, iz bırakmadan iyileşmesi anne sütü sarılığını fizyolojik bir olgu olarak düşündürmektedir.
Oluş mekanizması tam bilinmemekle birlikte anne sütünde en direkt biluribini direkt billuribine çeviren glukoronil transferaz enzimini bloke eden pregnandiol’ün etkisinin olduğu düşünülmektedir.
Billuribin düzeyi fototerapiye rağmen düşmüyorsa anne sütü 24 saat (en fazla 48 saat ) kesilebilir. Billuribin düzeyi hızla düşer. Bu süre içinde anne sütü sağılmalıdır (emzirmenin devamı için).
Anne sütü tekar verildiğinde 1-2 mg lık artışlar olabilir.


 Amerikan Pediatri Akademisi anne sütü alan sağlıklı, gününde doğmuş bebeklerde anne sütünün kesilmesini önermemekte ve daha sık emzirmeyi desteklemektedir.
Ayrıca fototerapi alan bebeklerde de anne sütü ile beslenmenin devamını önermektedir.

                                           KAN GRUBU UYUŞMAZLIKLARI

1-      Rh UYUŞMAZLIĞI:

Kırmızı kan hücrelerinin zarında D antijeni varsa Rh (+), yoksa Rh(-) olarak sıhıflama yapılır.
Rh uygunsuzluğu için temel faktörler:
·         Rh (-) anne bebeğinin Rh(+) olması
·         Gebelik süresince fetüsün (ceninin) kan hücrelerinin anne dolaşımına geçmesi (1ml kan geçmiş olması anneyi sentitize etmeye yeter.)
·         Anne de Rh(+) kan hücrelerine karşı (D antijenine karşı) antikor oluşması
·         Bu antikorların plesenta yolu ile fetüse geçmesi. Fetüse geçen Rh(+)antikorların fetüs kırmızı kan hücrelerine yapışarak hemoliz(kan erimesi) yapmasıdır.

Gebeliklerin%9 unda Rh(-) anne Rh (+) bebek taşır.
İlk gebelikte Rh uygunsuzluğuna bağlı sarılık enderdir fakat sonraki gebeliklerde artar.
Hastalık hafif , orta, ağır olarak derecelendirilir.
Hafif tipinde kordon kanı billuribini 4 mg/dl den düşüktür. Genellikle erken fototerapi dışında tedavi gerektirmez.
Orta tipinde kordon kanı billuribini  4 mg/dl den yüksektir. Tedavi edilmezler ise risk vardır.
Kordon kanı hemoglobini 12g/dl altında, billuribin 5mg/dl üstünde ise acil kan değiştirilir.
Ağır tipinde ise bir çoğu ölü doğar.
Rh uygunsuzluğunda tedavi için fototerapi, kan değişimi, medikal tedaviden yararlanılır.

KAN DEĞİŞİMİ:
Bebeğin sentitize olmuş(hassas kılınmış) kan hücrelerinin vücuttan atılması için uygulanan bu metotla bebeğin hassaslaşmış kan hücrelerinin %85 i değiştirilir.
Bu değişim bebeğin kan hacminin iki katı kanla yapılır.
Göbek toplar damarından sokulan bir katater ve üçlü musluk yolu ile bebekten alınan kan atılmak için bir torbada toplanırken musluk çevrilerek verici kanı katater vasıtası ile verilerek yapılır.
Kan değişimi gerektiren billuribin düzeyleri:
Doğumu takıben 24-48 . saatte 25mg/dl ve üzeri ise
49-72 saatte ve sonrası 30mg/dl üzeri ise
MEDİKAL TEDAVİ :
Karaciğerde glukoronil transferas enzimini aktive etmek için fenobarbital hem koruyucu olarak doğum öncesi anneye, hem de tedavi olarak doğum sonrası bebeğe  verilebilir. Ayrıca; nikotinamid,Silofibrat, Aktif Kömür, Agar, Kolestiramin gibi ilaçlar kullanılabilir fakat yan etkileri nedeni ile fazla itibar görmemektedirler.
KORUNMA İÇİN : Doğum öncesi eşi Rh(+) olan tüm Rh(-) annelere gebeliğinin 28. Haftasında cooms testi yapılarak (-) olanlara Rh immunglobulin (anti D).
Ayrıca Rh(+) bebeği olan tüm Rh (-) annelere de doğum sonrası ilk 72 saat içinde Rh immunglobulin (Anti D) yapılmalıdır.


2-      A-B-0  UYUŞMAZLIĞI :
Genellikle anne  0, bebek A veya B grubuna sahipse oluşur.
Gebeliklerin %15 inde anne 0 grubu bebek A veya B  grubundandır.
Gebeliklerin ancak %3ünde uyuşmazlık saptanır.
Rh uygunsuzluğuna göre daha hafif seyreder. Sarılık ilk 24 saatte başlar. Kansızlık genellikle hafiftir. Bu uyuşmazlık çok nadiren beyin hasarına sebep olur.
Tedavide fototerapi uygulanır. Fototerapi derideki endirekt billuribini direkt billuribine çevirerek safra ile atılmasını sağlar ve billuribin düzeyini düşürür. Foto terapiye billuribin düzeyi düşene kadar devam edilmelidir.
Foto terapinin gerektiren billuribin düzeyleri :
24-48 saatlik bebekte 15 mg/dl ve üzeri ise
49-72 saatlik bebekte  18 mg/dl üzeri ise
72 saatten sonra 20mg/dl üzeri ise.

Foto terapi uygulanır.

7.11.14

FLORA-PROBİYOTİK-PREBİYOTİK


Mikroorganizmalar: Patojen (hastalık yapıcı) nonpatojen (hastalık yapmayan) olarak ayrılırlar.
Sindirim sistemimizde: Sistemin doğru çalışmasını sağlayan, ayrıca sağlığımız için çok yararlı işlevleri olan insan hücre sayısının on katı sayıda ve de beş yüz türde mikro organizma mevcuttur.
Bu hücreler grubuna FLORA (çiçek bahçesi) diyoruz.
Bu flora bakterileri erişkinde ağızdan anüse-uzunluğu 9 metre, yüzeyi derimizin yüz katı genişliğinde (200 metrekare) olan bağırsaklarda yaşar. Barsaklarımızdaki bu bakterilerin toplam ağırlığı 1,5-2 kg dır. Barsaklarımızdan yaşam boyu 30 ton katı besin 50 bin litre sıvı besin geçer.
Kalın bağırsaklar erişkinde 1,5-2 metre ince bağırsaklar gebeliğin 35. haftasında 2- 3 metre iken 5nci yaştan itibaren 3,5-6 metre arası olabilir.
Üst mide ve ince barsaklarda flora bakterileri yoktur
.
BARSAK FLORASI NEDİR
Sağlıklı kişilerde o kişiye zarar vermeden belirli bir denge içinde yaşayan  mikro organizma gruplarıdır.
Yeni doğan bebeklerde barsaklar sterildir. Bebeklerde sağlıklı bir ağız ve barsak florasını bebeğin doğum kanalından geçerken annesinin vajinasından yuttuğu ilk mikroorganizmalar sağlar.
Doğum kanalından geçmeyen sezaryen ile doğan bebeklerde flora gelişimi gecikir.
Floranın erken bebeklikte gelişmemesi nedeni ile bağırsaklarda K vitamini sentezlenemez bu nedenle yeni doğan bebeklere kanama olaylarını önlemek için K vitamini uygulaması öngörülür.

Çocuklarda bağırsak florası tam olarak 1-2nci yaş arası gelişir. Yaşam boyu beslenmeye bağlı olarak değişiklikler olabilir. Kötü beslenme, uzun süre antibiyotik kullanımı florayı etkiler.
Bebekte floranın zenginleşmesi ve kalın bağırsaktaki mikroorganizmaların aktivitelerinin artması probiotik ve prebiotikler ile olur. Bunların en doğal kaynağı da anne sütüdür. Özellikle ilk günler anne göğsünden gelen ağız sütü yani kolostrumun bebeğe verilmesi bu nedenle çok önem taşır. Bu bebeklerde  flora gelişimi çok daha sağlıklı olur.
Flora gelişimi için bir çok endüstriyel ürüne, bebek mamalarına pro ve pre biyotikler eklenerek satışa sunulmaktadır. Oysa ki anne sütü bunların en zengin ve de en doğal kaynağıdır
.
FLORA BAKTERİLERİ : Bacteroides, Fusobakterium Lactobasil, Clostridium, Gram negatif basiller, Koliform bakteriler, Enterokok ve candida dır.
Bu bakteriler:
·         Salgıladıkları enzimler ile protein ve karbonhidrattan zengin besinlerin ve yıkım ürünlerinin parçalanıp emilmesine yardımcı olur.
·         Bağırsakta zararlı bakterilerin üremesini engeller, hastalıklara karşı korur.
·         Baırsak mukozasının yakınındaki lenf sistemini uyararak patojen mikroplara karşı antikor üretimini sağlar.
·         Bağrsakta asiditeyi sağlar.
·         B1-B2-B6-B12- ve K vitaminlerinin sentezini yapar.
·         Kısa zincirli yağların oluşumunu sağlar.
·         Bağışıklığı uyarır.
·         Kolesterol seviyesini düşürürler.
Uzun süre antibiyotik kullanımı veya antibiyotik kullanılmış hayvanın etinin yenmesi flora bakterilerini olumsuz etkileyerek dengeyi bozar.
Antibiyotik kullanımlarında bozulan dengeyi düzeltmek için beraberinde vitamin  yerine probiyotik verilmesi daha uygundur. Vitamin vermenin gereği yoktur.

                FLORA BOZULURSA : İshal veya kabızlık, gaz sancısı, enfeksiyonlara meyil ve artma, enerji düşüklüğü, kolestrol düzeylerinde yükselme olur.
Floranın dengesi ve devamlılığı için probiyotik ve prebiyotikler kullanılır
.
PROBİYOTİKLER
Probiyotik’in kelime anlamı ( yaşam için)dir .
Probiyotikler bağrsak florasındaki hastalık etkeni olmayan (apotojen) mikroorganizmalardır.
İşlevleri hastalık etkeni olan (patojen) mikroorganizmları kontrol edip etkisizleştirmektir.
Bu etkisizleştirmeyi (competition) rekabet yolu ile hücre (receptörleri) algıçlarına kendileri bağlanıp hastalık etkeni mikroorganizmaları açıkta bırakarak onların dışkı ile atılmalarını sağlayarak yaparlar.
Başlıca kaynakları yoğurt, peynir, ayran, kefir gibi fermente süt ürünleridir.
Probiyotiklere ilgi; ilk olarak çok uzun yaşadıkları gözlemlenen Bulgar köylülerinin incelenmesi ile başlamıştır. Bu köylülerin çok fazla yoğurt tükettikleri görülünce yapılan çalışmalar sonucu yoğurdun laktik asit fermantasyonu ile elde edildiği ve canlı laktik asit bakterileri içerdiği tespit edilmiştir. Buna Lactobcillus Bulgaricus adı verilmiş ve sonraki çalışmalarda da bir çok fermente süt ürününde canlı nonpatojen mikroorganizmalar üretilmiştir.
Ve bunlara yaşam için gerekli olduklarından probiyotik adı verilmiştir.
Probiyotikler:
·         Kan yağlarının seviyelerinin düşürülmesinde.
·         İshal tedavisinde.
·         Anti tümör olarak.
·         Bağışıklık sisteminin güçlendirilmesinde
·         Atopik dermatit tedavisinde.
·         Nekrotizan enterokolit, Spastik kolon , Crohn hastalığı gibi gastro entestinal hastalıkların tedavisinde.

Ayrıca barsak florasını bozan;
·         Karbonhidratlardan zengin beslenmelerde, işlenmiş endüstiriyel besinlerin çok tüketildiği hallerde.
·         Toksinlere maruz kalmada.
·         Uzun süreli antibiyotik kullanımında oluşan negatif durumların giderilmesinde yararlıdırlar
.
PREBİYOTİKLER
Hastalık etkeni olmayan faydalı nonpatojen mikroorganizmaların; beslenmesini, çoğalmasını sağlayan ve onların aktivitelerini arttıran sindirilmeyen karbonhidratlardır.
En zengin olanları enginar ve hindibadır.
Ayrıca buğday, arpa, çavdar, pırasa, kuşkonmaz, soğan, sarımsak, kereviz, muz gibi lifli besinlerde de çokça bulunur.
Prebiyotikler:
·         Probiyotiklerin çoğalmalarını sağlayıp onları aktive ederek etkilerini arttırırlar.
·         Besinlerle alınan minerallerin emilimini arttırırlar.
·         İshalin oluşmasını önler.
·         Kolon kanseri gelişmesini önler .
·         Serum trigliserid düzeylerini düşürürler.



Unutmayalım ki hem probiyotik hem de prebiyotiklerin en zengin kaynağı anne sütüdür. Bebeğin uzun süre emzirilmesi ona probiyotik ve prebiyotiklerin verebileceği tüm yararları zahmetsizce sağlar.

20.10.14

BEBEK GÖZLERİ

Yeni doğan bebeklerde göz küreleri şekil olarak oval olmayıp daire şeklindedir. Erişkinliğe kadar çapı üç misli artar.

Yeni doğan bebeğin gözleri doğumu takıben ilk günlerde kapalı fakat ışığa hassastır.

Doğumda bebek özellikle siyah, beyaz ve gri tonları seçebilir. 
Bir haftalık iken kırmızı, sarı, yeşil ve turuncu renkleri de seçer. 
Mavi rengin dalga boyu kısa olduğu için daha geç seçilir.

Yeni doğan bebek daha ilk günden insan yüzüne bakma yeteneğine sahiptir. Bu da görmenin en duyarlı göstergesidir.

İki üç haftalık iken eşyaları izleme yeteneği gelişir. 

Bir aylıktan sonra küçük objelerle ilgilenir.

İki-iki buçuk aylık olunca hareketli objeleri başını çevirmeden 180 derece izleyebilir.

İki-altı ay arasında binoküler (iki gözün görüntüyü birleştirmesi) başlar. İkinci altı ayda da tam gelişir.

Dört - altıncı aylarda el ve gözlerin koordinasyonu oluşur.

GÖZYAŞI:
Refleks olarak doğumdan itibaren mevcuttur.
 Emosyonel göz yaşarmaları birkaç haftalıktan sonra başlar.

Gözün saydam tabakası başlangıçta mavidir. Bu tabaka kalınlaştıkça beyaz renk alır.

Yeni doğanların %80 ninde fizyolojik hipermetropi (uzağı görememe) mevcuttur. Yaşla beraber azalır  ve kaybolur.

Bebeklerde ilk aylarda içe ve dışa göz kaymaları olabilir. Altıncı aydan sonra devam eden kaymaların incelenmesi gerekir.

 2 yaş civarında erişkine yakın GÖRME oluşur fakat net görme 4-5 yaş civarını bulur.

GÖZ RENGİ

Koyu tenlilerde göz rengini veren melanin pigmentide yoğun olacağından gözler koyu renklidir.
Açık tenlilerde gözler genellikle gri ve mavi renkli olur.
Melanin salgısı devam ettiği için onlarında bazıları aylar içinde koyu renge dönüşebilir.
9. ayda ise tamamen sabitlenir.

Bebekler için en kritik dönem görmenin geliştiği ilk iki yaştır.

Her iki göz tarafından kaydedilen ve beyne gönderilen görüntülerin kalitelerinin farklılığında yani bir gözün diğerine göre daha iyi görmesi durumunda iyi gören göz tüm görme işlevlerini yüklenir, diğer göz fonksiyon görmez ve tembelleşir.
Bu olguya AMBLİOPİ denir.

Şaşılık, kırma kusurları doğuştan katarakt, doğuştan göz kapağı düşüklüğü ve opositeler  ambliopi sebebidirler.

Bu sayılan nedenlere yönelik tedavi mutlaka 6 yaşından önce yapılması gerekir ki en iyi sonuçlar iki-dört yaşları arasında alınır 7 yaşından sonra sonuç alınamaz ve tembel gözün görme fonksiyonu da arttırılamaz.
Oysa ki; 1 yaşında ki bir çocukta sağlam göz kapatılıp tembel gözün işleme sokulmasıyla çok daha kısa zamanda sonuç alınır.

NAZALAKRİMAL (GÖZYAŞI KANALI) TIKANIKLIĞI 

Göz yaşı kanalının ucunda açılmamış memranın yaratttığı doğuştan bir tıkanıklıktır. Yeni doğanların ortalama 0%5 inde görülür.
Gözlerde sürekli yaşarma, çapaklanma, göz kapaklarında yapışma, göz yaşı akıntısı hayatın ilk birkaç haftasında ortaya çıkar. Göz yaşı kesesine bastırıldığında iltihaplı bir akıntı görülür.

Göz yaşı kesesi üzerine ılık pansuman ve günlük masaj uygulaması iltihap mevcutsa uygun antibiyotikler kullanılması önerilir. Bir yaşa kadar çözüme ulaşılmazsa cerrahi tedavi gerekebilir.


9.10.14

BOYUN LENF BEZLERİ


Vücudumuzda kan dolaşımı gibi birde lenf dolaşımı vardır. Bu dolaşımın; vücudun tümüne yayılmış bölge karakolları gibi görevli;  1milimetreden küçükten, 1-2 santim çapına kadar değişen 500-600 civarında lenf bezi veya düğümü mevcuttur. Lenf  bezleri; lenf damarları, dalak, badecimler ve geniz eti (ki ikisi de lenf dokusudur),  timus bezi  vücud immün sisteminin çok önemli görevlileridirler.
            Lenf bezleri yapıları ve komumları ile enfeksiyonların yayılmasını engelleyicidirler. Lenf dolaşımı ile gelen hücre yıkıntılarını ve bakterileri yok ederler.
Mikro organizmalar lenf dolaşımı ile lenf bezlerine gelerek fagosite edilir (zararlı mikro organizma hücre içine alınarak yok edilir). Dolaşan lenfositlere antijen olarak sunulur ve böylece antikor yapımı oluşturulur
.
LENF BEZLERİNİN BÜYÜMESİ: Korunma ve immün sistem cevabı olarak; lenfoid elemanların proliferasyonu (bir dokudaki hücre sayısının bölünerek artması), fagositik hücre infiltrasyonu (dokuda bulunmaması gereken hücrelerin birikmesi, yayılması, artması) veya malign(habis) hücre infiltrasyonu sonucu olur.
Lenf bezlerinin boyun ve koltuk altında 1 cm den büyük,kasıklarda 1,5 cmden büyük olması lenf bezi büyümesi olarak kabul edilir.

Enfeksiyonda; bakteriler, toksinler ve onların yan ürünleri lenf damarları yolu ile lenf bezlerine taşınır ve orada iltihabi bir yapı oluşturur dolayısı ile de  şişerler .
Üst solunum yolu enfeksiyonlarında boyun, alt  ekstremite (bacaklar) enfeksiyonlarında kasık, akciğer enfeksiyonlarında mediasten, karın içi olaylarında kramp tarzında ağrılarla seyreden mezanter lenf bezleri şişer.
Lenf bezleri en çok; virüs ve bakteri enfeksiyonları nedeni ile şişerler. Özellikle virüslerle olan enfeksiyonlarda belirli bir bölge yerine yaygın lenfodonopati (lenf bezi büyüklüğü) görülür.
          Ebebeynler lenf bezi büyümesini kötü huylu olarak düşünme eğilimindedirler. Doktora düşen görev titiz bir araştırma ile gerçek büyüme nedenini saptayıp onları doğru bilgi ile ve de süratle rahatlatmaktır.

LENF BEZİ BÜYÜKLÜKLERİNDE MUAYENE BULGULARI
Kızarıklık, hassasiyet, fülüktüasyon (oluşumun içindeki sıvının verdiği çalkalanma duygusu) mikrobik bir oluşumu, sert hareketsiz kitleler tümörü düşündürebilir. Ayrıca; kilo kaybı, sebebi açıklanamayan ateş, 10-15 gün antibiyotik uygulaması sonucu cevap alınamayan 1-1,5 ay içinde küçülme göstermeyen durumlarda biyopsi gerekebilir
.
            Boyun lenf bezleri büyümesi: Akut olarak tek veya iki taraflı olabilir. Streptokok, stafilokok veya  Bartonella Koküsü ile oluşan kedi tırmığı hastalığı gibi bakteriyel,   enfeksiyöz mononükleoziz (EBV), kızamıkçık, suçiçeği, sitomegalo virüs (CMV) gibi viral,   tüberküloz (Tbc) gibi spesifik,   bazen toksoplasmoziz gibi paraziter   bazende; lösemi, lenfoma, Hodgkin gibi malign (habis) etkenlerle karşımıza çıkabilir.

MİKROBİK NEDENLERE BAĞLI LENF BEZİ ŞİŞLİKLERİ
Akut Cervical Lenf Adenitis : Üst solunum yolu enfeksiyonlarının  bölgesel lenf bezlerine yayılması sonucu lenf dokusunda oluşan bir enfeksiyondur.
Okul öncesi çocuklarda çok görülür.
Klasik olarak: Bez tek taraflı, soliter (tek başına) büyümüş ve hassastır.
Bu tabloya; % 70 hemalotik streptokoklar, % 20 staflokoklar, % 10 virüsler sebep olur.
En sık; farenjit ve tonsillit bazen de diş apsesi, ciltteki impetigo tarzı bir enfeksiyon,   yaralanma,  böcek sokması, iltihaplanmış sivilceler veya dış kulak enfeksiyonları sonucu görülür.
Şişen lenf bezi; ceviz bazen de yumurta büyüklüğündedir. Yumuşak, gergin ve hassastır, ateş olabilir.
Enfeksiyon Manonükleosis (EBV) (Öpücük hastalığı)
  Şişlikler boynun ön-arka yüzünde veya bütün vücutta yaygın olabilir. Yumuşak veya sert, hafif veya orta derecede hassastır. Ayrı  ayrıdır(paket halinde birleşmemiştir)  beraberinde; farenjit, dalak büyüklüğü( %50), döküntü(%15), halsizlik ve yorgunluk vardır.
Citomegalo Virüs Enfeksiyonu (CMV)
Yalnızca boyunda veya vücutta yaygın olabilir.
Hafif hassas, ayrı ayrı, yumuşak veya serttir.
Ateş, halsizlik, yorgunluk nadiren karaciğer dalak büyüklüğü olabilir.
Toksoplasmozis
Boyunda veya yaygın olabilir. Düz, sert, hafif hassastır.
Kas ağrıları, yorgunluk nadiren dalak büyüklüğü ve döküntü olabilir.
Bürüselloz (Malta Humması)
Boyunda, koltuk altında veya yaygın olabilir. Bazen hassastır. Öğle sonraları gelen ateş, titreme , terleme, baş, sırt, eklem ağrıları ve dalak büyüklüğü ile birliktedir.
RUBELLA (Kızamıkçık)
Lenf bezi şişlikleri boynun ön ve arka yüzünde oluşur. Yumuşak veya hafif sert, bazen hassas ve ayrı ayrıdır. Ciltte kızamığa has döküntü, damakta Forcheimer lekeleri vardır.
STREPTOKOKSİK FARENGİTİS
Şişlikler boynun ön yüzünde oluşur. Yumuşak veya hafif sert, ayrı ayrı ve hassastır.
Hastada; farenjit, baş ağrısı, halsizlik, karın ağrısı, damakta peteşiler (kanama odakları) veya ciltte kızıl tipi döküntü vardır.
Herpes simplex (uçuk)
Lenf düğümleri şişliği ön boyun ve çene altında görülür.
COXSACKİE VİRÜS ENFEKSİYONU (HERPANJİNA)
Şişlikler boynun ön tarafındadır.  Çok az hassas, yumuşak veya hafif sert ve hareketlidir. Ağız içi ülserler, el ve ayak tabanlarında veziküller (içi su dolu deri kabarcıkları) olabilir.
Adeno virüs
Boynun ön yüzü ve kulak önünde oluşur. Yumuşak, hareketli, hafif derecede hassastır. Farfenjit ile birlikte gözde konjoktivit mevcuttur.
Kronik Lenf Adenitis
Daha çok tüberküloz enfeksiyonu sonucu oluşur. Hasta lenf düğümü serttir, komşu dokulara yapışıktır, ağrılı değildir
.
MALİGN (habis) KAREKTERLİ BOYUN LENF BEZİ ŞİŞLİKLERİ
Lösemi
Boyunda tek veya muhtelif olur. Sert, çok sert, sıklıkla hızlı büyür. Dokuya yapışık ve hassas değildir.
Beraberinde: Ateş, halsizlik, kilo kaybı, kemik ağrıları, solukluk, cilt altı kanamaları, dalak ve karaciğer büyüklüğü vardır.
Lenfoma
Sert, çok serttir. Hızla büyür, yapışık veya birbirine birleşik nodüllerdir. Hassas değildir. Ateş,iştahsızlık, kilo kaybı, kemik ve eklem ağrıları olabilir.
Hodgkin
Ön-arka boyun, kulak önü ve köprücük kemiği üstünde görülür.( Unilatera)l tek taraflı görünüm tipiktir. Sert bazen lastik kıvamındadır. Yavaş büyür. Bazen yapışık veya hareketli olabilir hassas değildir. Ateş, halsizlik, kilo kaybı, gece terlemeleri, dalak ve karaciğer büyüklüğü olabilir
.

                 Bütün bu bulgular; iyi bir anamnez (hastanın ağzından şikayetleri, olayın başlangıcı ve seyri dinlenerek), dikkatli bir muayene ve de gerekli labaratuar testleri ile kesinlik kazanırlar.



17.9.14

D VİTAMİNİ – D HORMONU

D  VİTAMİNİ – D HORMONU

D Vitamini besinlerle ve ilaç destekleri olarak alınabildiği gibi (besinler ile ancak 1/5 i alınabilir.).

Esas güneş ışınları ile temas sonucu vücudumuz tarafından üretilir. Vücudumuzun D vitamini sentezi için derinin güneş ışını görmesi gerekir.

Vücut tarafından üretildiği için bir hormon olarak da nitelendirilebilir.
Kolestrol D vitaminin yapı taşıdır. Kolestrolden köken alan kolekalsiferolden karaciğer ve böbreklerde birkaç kimyasal değişiklikten sonra aktif D vit oluşur
.
Güneşten gelen ultra viole ışınları UVA ve UVB olarak ayrılır.

UVA: Güneşten gelen uzun ışınlardır bronzlaşmaya sebep olmaz. Cildin derinine işler, erken yaşlanmaya , kırışıklıklara sebep olur. Camdan ve giysilerden geçer . D vit üretmezler.

UVB: Cildi bronzlaştırır, cilde değince D vit üretimini başlatır. Camdan ve giysilerden geçmez. Cam kenarında oturarak bu ışınlardan yararlanamayız
.
Derimizin güneş ışınları ile D vit sentezi için saat 11-15 arası 15-20 dakika vücudumuzun en az beşte birinin güneş ışını görmesi gerekir.

Cilt kanseri vakalarının güneş ışınları bağlantısı  nedeni  ile çok fazla koruyucu güneş kremleri kullanılması, daha çok kapalı yerlerde sürdürülen modern yaşam vücudun D vitamini sentezini engellemektedir.
  Güneş koruyucu faktör 20 den fazlasının kullanımı D vitamininin oluşmasını engeller
.
D vitamininin  vücut tarafından üretilmesi vücudun tüm organlarında mevcut D vitamini receptörleri (algıçları) nedeni ile tüm organlar üzerinde etkisinin olması onu  bir vitamin oluşu dışında bir hormon gibi düşünmemizi gerektirmektedir
.
Yağda çöznebilen bir vitamin olduğu için vücutta uzun süre depo edilebilir yaz boyu D vit depolayan kişiler kış sonuna kadar D vitaminine sahip olabilirler.
D vitamini güneş dışında daha az miktarda( taşıdıkları değer sırasıyla); morina balığı, karaciğer, somon, sardalye, uskumru, süt, margarin, yumurta ve dana karaciğerinden de sağlanabilir. Bu besinler  ancak vücut gereksiniminin beşte birini karşılayabilirler.

 D Vitaminin İşlevi :
En belirgin temel fonksiyonu vücudun kalsiyum-fosfor metabolizmasını düzenlemektir.
·         Barsaklarda kalsiyum emilimini düzenler.
·         Kemiklerdeki mineraleşmeyi yönetir.
·         Böbreklerden kalsiyum atılımını yöneterek kan  kalsiyum seviyesini sabit tutar.
·         Bağışıklık sistemini güçlendirir. Astım, romatoid artrit, tip 1 diyabet (insüline bağımlı şeker hast.), chrohn hast, M.S gibi bağışıklık bozuklukları ile oluşan hastalıklarda koruyucu ve tedavi edicidir.
·         İnsülin direncini azaltarak Tip2 diyabeti önler.
·         Yüksek tansiyon dolayısıyla böbrek ve kalp hastalıklarını önler.
·         Sedef Hastalığının tedavisinde yardımcı ilaçtır.
·         Obeziteyi (aşırı şişmanlığı) önler
·         Beyindeki serotonin üretimini arttırır. Ayrıca stres ve yorgunluk karşıtı magnezyum emilimine yardımcı olarak ruhsal iyilik sağlar. (mutluluk vitamini)

Güneş ışınlarından sınırlı yararlanmak, düşük D vitamini içerikli diyet, çok şişman  çok yağlı olmak, fosfat içeren soft içeceklerin aşırı tüketimi, bazen de barsak emilim bozuklukları (çölyak hastalığı gibi), uzun süre Epilepsi ilaçları kullanmak (bazı ilaçlar D vitamini idrarla kayıplarını arttırır.) Vücutta D vitamini eksikliğine sebep olur.

 D VİTAMİNİ EKSİKLİĞİNDE:
·         Kaslarda yorgunluk, kemik ağrıları, osteoporoz (kemik erimesi) riski artar. Çocuklarda raşitizm erişkinlerde osteomalazi oluşur.

RAŞİTİZM: Çocuklarda kemik gelişim bozukluğudur. Bacak eğrilikleri, kafatası şekil bozukluğu kafa kemiklerinin bastırıldığında pinpon topu gibi içe çökmesi göğüs kemiklerinin deformasyonu (güvercin göğsü) omurga eğrilikleri, cücelik, kemik ağrıları, kas zayıflığı, diş gelişimi  bozuklukları, iştahsızlık, gelişme geriliği olarak karşımıza çıkar.

OSTEOMALAZİ: Kronik yorgunluk, fibromiyalji  kas kemik ağrıları, kas güçsüzlüğü olarak belirir.

Ayrıca Dvitamini; : Kansere dönüşecek hücrelerin ölmelerine yardımcı olarak, doku ve organ oluşturmak için farklılaşma becerilerini kaybeden kanser hücrelerinin farklılaşmasına ve gelişmek , yayılmak  için kan damarları oluşturmalarına engel olarak;Özellikle: meme, prostat,pankreas,beyin tümörlerinin oluşmasını önler.
·         D vitaminin 17 tip kanser riskini önlemekte yardımcı olduğu bildirilmektedir.
·         Kalp ritmini düzenler.
·         Damar duvarında yangı ve kireçlenmeyi önleyerek koroner damar tıkanmalarını azaltır.
·         Lökositleri (beyaz kan hücreleri) ve immün sistemi aktive eder.
·         Depresyon ve şizofreni riskini azaltır.
·         Tip 1 diyabeti önler

ÇOCUKLAR VE D VİTAMİNİ

Anne karnında yetersiz D vitamini alan bebeklerde (Annede eksiklik varsa anne hamileliğinde yeterli D vitamini almazsa)Şizofreni, otizm, tip1 diabet, alerji, astım, diş çürükleri, osteoporoz, düşük doğum ağırlıklı bebek oluşumu daha çok görülür.

D vit eksikliğinden en çok bebekler etkilenir bu eksiklik de;
·         Hamile annenin vitamin eksikliği
·         Çocuğun yetersiz beslenmesi
·         Çocuğun güneşten mahrum büyütülmesi  sonucu oluşur.

 Tamamlayıcı Tedavi:
Emziren annelere günlük 1000 IU
 Anne sütünde D vit düşük olduğu için sadece anne sütü alan bebeklerde D vitamini eksikliği riski olduğundan;
Anne sütü alan bebekler günlük 400 IU
1-12 yaşlarda kiloya ve klinik duruma bağlı olarak 1000-2000IU
12 yaş üzeri tüm erişkinler günde 2000 IU almalıdır.

Eksikliğinde:
 Eksikliğin derecesi ve klinik tabloya göre;
çocuk ve ergenlere 2-3 ay süre ile; 1000-10000 IU veya 2 ay süre  ile haftada 50000 IU veya oral tek doz 600000 IU verilir.
İki ay boyunca 8000 IU geçmeyen dozda alınması sağlıklı bir kişide toksik etki yapmaz.
40000 IU üzeri uzun süre alımlarda toksik etki oluşabilir

11.9.14

YATAĞINI ISLATMAK (ENÜRESİS)

YATAĞINI ISLATMAK (ENÜRESİS)

Farklılıklar göstermekle birlikte çocukların %75 i 3 yaşından, %85-90 ı 5 yaşından sonra gecelerini kuru geçirirler.
Enüresis: Fiziksel bir anormallik ve organik bir bozukluk olmadan 5 yaş ve üzeri çocuklarda istemsiz idrar kaçırma olayıdır.
Ülkemizde %20-30 gibi yüksek oranda rastlanır.
Nedeni: tam bilinmese de uyku-uyanıklık mekanizmalarının ve de idrar torbasının işlevsel gelişiminin gecikmişliğinin etken olduğu düşünülmektedir.
%90 ı sadece uykuda kaçırır.
Gündüz kaçıranlarda sekonder (ikincil) tipi düşünülür. İdrar torbası ve  işeme fonksiyonları gelişmiş çocuğun sonradan idrar kontrolünü kaybetmesi olayıdır. Bu daha çok; duygusal  travmalar ve psikolojik bozukluklarla ilgilidir (kardeş doğumu, aile içi ölüm, çok sevilen aile bireylerinden ayrı düşme, anne babanın ayrılmaları gibi).Genellikle bakımevlerinde veya düşük sosyoekonomik yapılı kalabalık aile çocuklarında çocuğa sert uygulamalarda özgüven zedelenmesi sonucu oluşur. Sonradan oluşanlarda cinsel tacizde akla getirilmelidir.
Gece idrar kaçırma erkeklerde,  gündüz kaçırma olayı kızlarda daha çoktur.
İdrar yolu enfeksiyonu, şekerli şeker, şekersiz şeker hastalığı (diyabetis meliiutus-insipitus), omuriliği hastalıkları, gece gelen epilepsi nöbetleri, orak hücreli anemi hastalığı ekarte edilerek enüresis tanısı konur.
Çocukluk çağı idrar kaçırmaları çocuk ruh sağlığı ile direkt ilişkilidir. Bu bir çocuğun duygularını sözlü olarak ifade edememesi olayıdır. Adler’e göre ‘’Çocuğun mesane dili ile konuşmasıdır.’’.
Çoğu kez; tik, kekemelik, tırnak yeme gibi psikolojik tepkiler ile birliktedir. Çocuk; sanki ben daha büyümedim bebekliğimi uzatmak anne baba sevgisini daha çok duyumsamak istiyorum der.
İdrar kaçırmalarda kalıtım etkilidir. Birinci derecede akrabalarda rastlanma olayı %70 dir.
Hormonal etki ile 3 yaşından sonra gece idrarının gündüze oranla 3 kat azalması gerekirken bu çocuklarda azalma olmaz.
Epilepsi ile ilişkisi olabileceği düşünülmüşse de gece nöbetleri dışında bir ilişki bulunamamıştır.
İdrar torbasının anatomik-fizik yapı bozukluğu, Spina bifida (Bel omurlarının açıklığı) ile de ilişikisi bulunamamıştır.
Geceleri idrar kaçırma düzelebilen bir durumdur. Bir gelişme gecikmesi olarak düşünülür. Ancak çok uzarsa tedaviye geçilir.
TEDAVİ OLARAK: Geceleri sıvı alımının kısıtlanması, yatmadan önce ve gece uykudan bir iki kez kaldırarak işetmek, her kuru geçen gece için ödüllendirmek, imkan varsa kendine özgü ve kendisinin düzenleyeceği, temizliğine katılacağı bir odada ve yatakta yatmasını sağlamak, yaşıtı veya kendisinden küçük böyle bir problemi olmayan çocuklarla kıyaslayıp eleştirmemek, özbenliğini zedeleyip utandırmamak ve de özgüven duygusunu kaybettirmemek.

Gerekirse aile terapisi yaptırmak, alarm zilli ped veya külot kullandırmak. 5 veya 6 yaş üzeri çocuklarda tıbbi tedavi yapmak sayılabilir.

19.6.14

YAĞLAR ve OMEGA 3

                                       
Yağlar: Protein, karbonhidrat, vitaminler ve mineraller gibi beslenmenin temel gereksinimleridir.
Vücudumuzda üretilmezler ve dışarıdan alınmaları zorunludur.
Doymuş-doyamamış olarak kabaca ikiye ayrılırlar.

Doymuş yağlar: Hayvansal kaynaklı olan katı yağlar ve tere yağı
Doymamış yağlar: Bitkisel kaynaklı sıvı yağlardır.

Bunlarda tekli doymamış (zeytinyağı-fındıkyağı), çoklu doymamış omega 6 ve de en çoklu doymamış  omega 3 yağlarıdır.

Omega 6: Mısır özü, ayçiçeği, soya ve pamuk yağları omega 6 içerirler. Birde kanola yağında hem omega 3 hemde omega 6 vardır.
Omega 6 içeren sıvı yağlar endüstiriyel işlemlerle katılaştırılıp margarin yapıldığında birde yüksek ısıda pişirilme ve kızartma işlemleri ile trans yağlara dönüşürler ki bunlar sağlıklı yaşam için önerilmezler.

BALIK YAĞI- OMEGA3 :

 EPA (Eicosapentaenoikacid)-DHA (Docosaxanoicacid) içerir.
Omega 3 ‘ün esas kaynağı agl’er (yosunlar), soğuk denizlerin minik hayvanlarından krill’ler, doğal ortamda doğal şartlarda yetişen çayır çimenlerdir ki bunlarla beslenen soğuk deniz balıkları: Norveç uskumrusu, palamut, ringa , somonda, sardalye ve hamside ayrıca çayır, çimende yaylanan koyun keçi gibi hayvanların sütü ve etlerinde, doğal beslenen tavukların yumurtalarında bulunur.
Bir de daha az oranda: Fındık, fıstık, ceviz, badem, semiz otu, keten tohumunda da doğal omega 3 mevcuttur. Ancak  balık ve balık yağlarına göre bunların çokça tüketilmeleri gerekmektedir.
Kültür balıklarında suni yem ile beslenen hayvanların etinde, sütünde ve yumurtasında Omega 3 yoktur.
 Omega 3 bütün hücre zarlarının temel yapısını oluşturur.
Omega 6 yağlarınında işlevleri aynıdır. Her ikiside yaşam için gerekli olan (lökotren ve prostaglandinler gibi) kimyasalları üretirler.

Sağlığımız için bu iki yağ grubunun belirli oranlarda alınmaları gerekir.
Geçmişte insanlar doğal beslendikleri dönemde bu oran 1/ 1 imiş. Doğal beslenmeden uzaklaşan günümüz insanı için bu oran bir kısım omega 3 e karşın 4 kısım omega 6 yani 1 e 4 olarak kabul edilmektedir.
Bu konuda da anne sütü idealdir anne sütünde oran ¼ dür.
Günümüzde endüstiriyel beslenme ile bu oran çok bozulmuş. 1/ 20  -1/50 ye varmıştır.

Özetle: günümüzde omega 6 yağları ile vücudumuz yükleniyor. Bu sağlığımız açısından büyük risk taşımaktadır. Çünkü: Aldığımız Omega 6 oranı arttıkça omega 3 ün bize sağladığı yararların tümüne karşı ters sonuçlar oluşur. Sağlığımız için aldığımız omega 3 leri arttırmaya omega 6 ları azaltmaya çalışmalıyız.

             Omega 3 yağ asitlerinin önemi  1950 li yıllarda Grönland’ın Umanac bölgesinde yaşayan eskİmolarda iskemik kalp hastalıklarının çok düşük olduğu fark edilince araştırılmaya başlanmıştır. Omega 3 yağ asitlerinden zengin diyetle beslenen kıyı şeridinde yaşayan Türklerde ve Japonlarda da aynı düşük orandan söz edilir.

OMEGA YAĞ ASİTLERİNİN YARARLARI

·         Zihinsel gelişimi sağlar (özellikle çocuklarda) beynimizin %56-60 ı yağ, bununda  %30-35 omega3 tür.
·         Bağışıklık sistemini güçlendirir.
·         Anti kanserdir.
·         Yangı (inflamasyon) oluşumunu azaltır.
·         Kan damarlarını açar.
·         Kanın pıhtılaşmasını azaltır.

Son çalışmalar ayrıca; prematüre ve yeni doğanların beyin gelişiminde, çocukların hiperaktivite, disleksi, otizm, depresyon gibi davranış bozuklarında romatoid artrit, ülseratif kolit, Crohn hastalığı, sedef hastalığı, multıpıl skloresosis  gibi hastalıklarda da yarar sağladığını göstermekte; ancak bu çalışmalar halen sürdürülmektedir.


3.6.14

DOĞUŞTAN TROİD HORMON EKSİKLİĞİ

DOĞUŞTAN TROİD HORMON EKSİKLİĞİ 
Doğumsal bir hastalık olan HİPOTROİDİ erken tanı konur ve izlenirse tamamen ve de iz bırakmadan tedavi edilebilir.
Ancak ! geç tanı konursa ağır zeka ve gelişme gerilikleri ile karşımıza çıkar. Tedavisine doğumu takıben değilde 3-6 ay arasında başlananların beşte dördünün,  7. aydan sonra başlananların ise tümünün IQ su(zeka düzeyi) %85in altında olur.
Kaba bir deyimle tedavisine ilk 3 aydan sonra başlananlarda %25; 1 yaşından sonra başlananlarında %50sinde  zeka geriliği oluşur.
Çocuk hekimleri ve ailelerin bu konuda çok hassas olmaları gerekmektedir.
              İlk bulgular: bebeğin kilosunun normalden fazla, ön ve arka bıngıldağının büyük, yeni doğan sarılığının uzun sürmesi, uykuya meyilli olması ve göbek fıtığının bulunmasıdır.
Tetkiklerde: %90 tiroid bezinin gelişim kusuru saptanır. 1/3ünde tiroid bezi hiç yoktur. Geri kalanlarında tiroid bezi ektopik (yanlış yerleşimli), hipoplazik (tam gelişmemiş)tir.
Klinik görünüm –Fonksiyon Değişiklikleri
İlk bulgular bazen günler ve bazen haftalar sonra ortaya çıkabilir (bazen 6-12. haftalarda)
·         Cild soluk gri ve soğuktan mermer görünümlü (cutis marmorata), ödemlidir.
·         Dil büyüktür.
·         Gövde normal; kol ve bacaklar kısadır.
·         Burun kökü basıktır.
·         Ses kalın ve kabadır.
·         Karın şiştir. Kabızlık ve göbek fıtığı vardır.
·         Vücut ısısı düşük, nabız yavaştır. Terleme yoktur.
·         Refleksler zayıftır.
·         Gözler birbirinden ayrıktır.
·         Kemik gelişimi geridir. Dişler geç çıkar.
Bu klinik bulgular dikkatli birçok doktorun gözünden kaçmaz, kaçmamalıdır. Çünkü; gecikme çocuğun bedensel ve zihinsel olarak geri hem de çok geri kalması ile sonuçlanır.
İyileşme tedaviye başladıktan sonra 1-3 haftada ortaya çıkar.
Tanı laboratuarda tiroid hormonu testleri T4 ve TSH ölçümü ile konur.
Düşük T4 ile yüksek TSH saptanması primer hipotiriodi için hassas bir göstergedir.
Kalıcı Hipotiroidi’de
1.       Troid bezinin doğuştan yokluğu, yanlış yerleşimi, gelişmemişliği.
2.       Troid hormonun sentezinde bozukluklar söz konusudur.

Geçici Hipotiroidi’de
·         Gebelikte annenin propil tyourasil, metamizol gibi tiroid ilaçları kullanması
·         Gebeliğin erken döneminde radyo aktif iyot uygulanması
·         Gebelikte aşırı iyot alınması. Örneğin: sezaryende anne karnına ve yeni doğana antisepsi amaçlı iyot bileşikleri (batticon gibi) uygulanması .
Yeni doğan, özellikle düşük doğum ağırlıklı bebeklere iyotlu antiseptikler uygulanması tarama testlerinde anormal sonuçlara ve de geçici hipotiroidiye sebep olur.
·         Hafif iyot eksikliği olan annelerin düşük ağırlıklı ve prematüre bebeklerinde de geçici hipotiroidi olabilir.
·         Gebelikte alınan bazı ilaçlar ve guatr yapıcılar (lahana, soya fasulyesi, aminosalisilik asit, fenil butazon, kobalt, iyot, steroid hormon, rezolşinol) gebelik süresince anneden fetüse geçtiği için yeni doğan bebekte geçici olarak guatr ve tiroid fonksiyon bozukluğuna yol açabilir.
Hipotiroidi Tanısı
Klinik belirtiler yanında düşük T4 düzeyi ve yüksek TSH düzeyi ile kolayca konulur.
Tedavi olarak: T4 tedavisi (Na-L-Tiroksin) uygulanır. İlaç mide boşken tek dozda verilir ve ömür boyu uygulanır. İlaca başladıktan 1-3 hafta sonra iyileşme ortaya çıkar. En iyi gösterge büyüme hızının, kemik yaşının, tiroid hormonu ve TSH düzeylerinin normale gelişidir.
Geçici ve Kalıcı Hipotiroidide Tedavi Ayırımı
Ultrasonda tiroid bezinin görülememesi veya yanlış yerleşimli, az gelişmiş olması kalıcı hipotiroidi demektir.
Ultrasonda bez normal pozisyonda ise hormon sentezi bozukluğu veya geçici hipotiroidi söz konusudur.
Bu durumda 3 yaşından sonra tedavi kesilerek hormon düzeyleri kontrolü ile geçici, kalıcı ayırımı yapılabilir.
         Bir başka tabloda: Yeni doğan geçici hipotiroidisidir.
Annede mevcut eski veya yeni otoimmün tiroid hastalığı (Haşimoto gibi) varsa tirotropin receptör blokajı yapan antikorlar plesentadan  çocuğa geçerek TSHnın receptöre bağlanmalarını bloke ederek geçici hipotiroidiye sebep olur.
Çok nadir rastlan bir tablodur.
Bebek doğumdan 3 ay sonra tamamen iyileşir.