23.2.15

BRONŞİOLİTİS



Bebeklerde alt solunum yolunun en sık görülen enfeksiyonudur.
Virüslerle oluşur en çok RSV (Respiratory  Synctial Virüs)  etkendir. Hastalık ilk üç yaşta görülür dört yaş üstü çocuklarda seyrektir %80 birinci yaş içinde gelişir özellikle3-6 ay arası çok görülür.

 Şeffaf burun akıntısı, azalmış iştah, hafif ateşle başlar.
Takıben hışıltı, solunum zorluğu, huzursuzluk, solunum sayısı ve kalp atım hızında artma ile siyanoz (morarma) olabilir.
Ateş nadiren 38’’ üstünde olur. Genel görünüm çoğunlukla bozulmamıştır. Muayenede akciğerlerde yaygın patalojik sesler (sibilan ronküsler) duyulur.
Diyafragmın aşağı itilmesine bağlı olarak karaciğer ve dalakta hafif büyüme tespit edilir. Akciğer röntgeninde hava fazlalığı (hiperinflasyon) görülür
.
Klinik tablo akciğerlerde  virüs enfeksiyonu nedeni ile küçük hava yollarının  ( bronşiollerin) içini kaplayan deri yüzeyinin (mukozanın) bozulması yüzeyin bronşiol içini temizleyen tüylerinin yok olması ile  biriken müküs ve hücre artıkları sonucu küçük hava yollarının daralması ile oluşur.
Küçük bebekler bu daralmayı tolore edemez ve bunu aşmak için solunum zorlanır, solunum sayısı artar zorlu solunum ile göğüs kafesi adalelerinin kasılması göğüste kaburgalar arası çekilmelere neden olur. Daralmış bronşiol (küçük hava yolu) den geçen hava müküsle birleşerek hışıltıya sebep olur
.
Hastalık en çok kış ve ilk baharın başlangıcında görülür. Geçirilmiş hastalık sonucu oluşan bağışılık kısa süreli olduğundan tekrarlar görülebilir
.
Anneden geçen antikorlar bebeği hastalıktan koruyamaz.

        Virüslerin bulaşması solunum yolu ile ve damlacık enfeksiyonu ile oluşur.
Küçük bebekler virüsü soğuk günlerde bir odada toplanan aile bireyleri ve ya ziyaretçi komşulardan alırlar.

Konuşurken metrelerce uzağa yayılabilen mikroskobik tükürük damlacıkları ile yayılan virüsler ortamda saatlerce canlı kalabilirler. Bu nedenle kalabalık ve sigara içilen ev ortamı veya kreş gibi toplu yaşam yerlerindeki bebekler,  ayrıca sosyo ekonomik düzeyi düşük, erkek cinsten olanlar, anne sütü ememeyenler, prematüre doğanlar, doğuştan kalp hastalığı ve bağışıklık yetmezliği olanlar risk grubu olarak nitelendirilirler.

Risk faktörleri taşıyan çocukların bir kısmında morarma ile birlikte apne (nefes durması) nöbetleri olabilir.  Bunlar hastaneye yatırılabilirler. Bu çocuklarda nadir olarak solunum yetmezliği gelişebilir ve mekanik ventilasyona bağlanmaları gerekebilir.

       Önceden sağlıklı olan hastalarda risk çok düşüktür.
Hastahaneye yatma mecburiyeti %5 i geçmez çoğunlukla %1 oranındadır.
3 aydan küçükler, doğuştan kalp hastalığı, akciğer hastalığı olanlar ve bağışıklık yetmezliği olanlar için hastanede tedavi gerekebilir.

Etken virüs olduğundan antibiyotik tedavisi gerekmez.
Çok az vakada bakteriyel enfeksiyon eşlik edebilir (Orta kulak iltihabı, pnömoni gibi) o zaman antibiyotik gerekebilir.

TEDAVİ: Destek tedavisi genel prensiptir. Bir kısmına oksijen destek tedavisi gerekebilir. Yarı oturur pozisyonda nemlendirilmiş oksijen verilebilir.  Su kayıpları (dehitratasyon) düzeltilmelidir.
 
Buhar tedavisinin yararı yoktur. Tahriş ile bronşlarda spazm yapabilir. Kortikosteroidlerin (kortizonların) etkinliği kesin değildir. Viral enfeksiyon nedeni ile zararlı olabileceği de dikkate alınmalıdır. Bronş açıcı teofilin yararsızdır. İnhale beta adrenarjikler (ventolin vs.) veya rasemik epinefrin kullanımı da  önerilmez.

Bronşiol tıkanması olan hastaların sadece bazılarında nebülize salbutomole (ventolin vs) cevap alınabilir bu nedenle bir kez denenebilir cevap alınabiliyorsa o zaman devam edilebilir
.
Günümüzde tüm hışıltılı çocuklar hastahaneye yatırılıp nebülizatör maskesi takılarak hem beta adrenerjik  hem de steoidler verilmekte çıkışta bunları evlerinde  de kullanmaları önerildiğinden  bir çok evde nebülüzatör bulundurmak rutine girmiş bulunmaktadır.

Oysa ki bu uygulamaların özellikle 18 ayın altındaki bebeklerde  salbutomolün klinik etkisi belirsizdir. Hatta 6 yaşından küçük çocuklarda da güvenilirliği ve etkinliği tam bilinmemektedir
.
HASTALIĞIN AKIBETİ : Genellikle birkaç gün içinde iyileşme görülür  Nadiren üç haftaya kadar uzayabilir. .Çocukların %40 ında hastalık tekrarlayabilir. Tekrarlarda 2-3 yaşından sonra çok azalır 5 yaşından sonrada tam düzelme olur..

Bazı çocuklarda ileriki yaşlarında astım görülebildiği; bunun geçirilmiş bronşiolite mi yoksa  doğuştan bir yatkınlığa mı bağlı olduğu tartışmalıdır.
Başka bir hastalığı olmayan çocuklarda ölüm  oranı%1 in altında yani çok nadirdir.

16.2.15

YENİ DOĞAN VE AĞIZ SÜTÜ

       Üzülerek belirtmeliyim; hemen, hemen tüm doğum kliniklerinde yeni doğan bebeklere doğumun ilk saatlerinden itibaren;
- Annesinin sütü gelmedi
- Bebeğin kan şekeri düşmesin
 gibi gerekçelerle görevliler tarafından hazırlanmış formula mamalar biberona doldurularak verilmekte,.bebekler sunulan mamaları refleks olarak bir güzel almakta,
       Aileler de bebeklerinin açlığının önlendiğini düşünerek bundan çok memnun olmaktadırlar
Oysa; bu davranış bebeğe yapılmış bir iyilik değil tam anlamı ile büyük bir kötülüktür.
Bu davranışların bilgi eksikliğinden çok; olsa olsa endüstriyel sermayenin reklam gücünden ve konu ile ilgili görevlilerin bu güçten etkilenmesinden kaynaklandığını varsayıyorum.

       Anne sütü bebek doğar doğmaz salgılanmaz.
 Süt yerine çok değerli olan ağız sütü (kolostrum) salgılanır.
Okur yazar olmayanlar bile sütün ilk salgılanmasını üç ezan sesinden sonra beklerler.

AĞIZ SÜTÜ (KOLOSTRUM)

Doğumdan sonraki ilk beş günde salgılanan, koyu sarı renkli miktarca az olmasına karşın protein,vitamin ve minerallerden zengin yağ ve şekerden fakir besleyici değeri çok yüksek bir sıvıdır.

Bu sıvının bağışıklık sağlayıcı sekretuvar IgA (ımmunglobulin) yoğunluğu çok yüksektir
.
Bu globulin bebeğin ağzından başlayarak tüm sindirim sistemi yüzeyini,
takiben bağırsaklardan emilerek , tüm solunum sistemi ile böbrek ve idrar yollarının yüzeylerini de kapar,
 böylece;tüm bu sistemleri enfeksiyonlardan koruyan bir örtü oluşturur.

Ağız sütünde: Annenin geçirdiği rotavirüs, E coli gibi ishal yapan virüsler, tüberküloz, çocuk felci gibi birçok etkene karşı antikorlar da mevcuttur
.
Ağız sütü yaşamın ilk aylarında bağışıklık sistemleri gelişmeyen bebeği korur
.
Doğum öncesi bebeğin bağırsağında birikmiş olan ilk kakanın (mekonyum) atılmasını kolaylaştırır.

MAMA VERMEK YERİNE EMZİRMEK 

Emme doğumdan önce bir refleks olarak vardır.
Doğan bebeğin emmesi anne sütünün gelmesini sağlamak içindir.
 Meme uçlarından kalkan uyaranlar beyinde mevcut hipofiz bezinden  prolaktin  ve oksitosi hormonlarını salgılatır.
Prolaktin sütü oluşturur. Oksitosin sütün salgılanmasını sağlar

Bebek doğumu takıben ilk yarım saat içinde çıplak olarak anne göğsüne konulmalı ve anne memesine tutturulmalıdır.
Böylece; anne ve bebek arasında psikolojik bağ sağlandığı gibi meme başlarının uyarılması ile de prolaktin salgılanması artar ve süt yapımı başlar.

Doğumdan hemen sonra emzirme ile meme uçarının uyarılması  oksitosin salgılanmasını da sağlar.
Bu da uterusun (rahimin) kasılmasını böylece doğum öncesi halini almasını kolaylaştırır, ayrıca doğum sonrası olabilecek
kanamaları da önler.

Bebeğe sadece anne sütü vermek sağlıklı olmanın ve sağlıklı büyümenin temel öğesi olan bağırsak florasının  gelişimi içinde çok önemlidir.

AĞIZ SÜTÜ PREBİYOTİK VE PROBİYOTİKLERDEN ÇOK ZENGİNDİR

Bebeğin bağırsaklarındaki mikrop dengesini koruyan florayı zenginleştirerek hastalık yapıcı mikropların hücrelere bağlanmasını önleyip kaka ile atılmalarını sağlayan PROBİYOTİK
 ve de kalın bağırsaklardaki yararlı bakterilerin aktivitelerini arttıran PREBİYOTİKLER den
 çok zengin olan, özellikle ilk günler anne göğsünden salgılanan ağız sütünün bebeğe mutlak olarak verilmesi bu nedenle çok önemlidir.


Flora gelişimi için günümüzde;  bir çok endüstriyel mamalara pro ve prebiyotikler  eklenerektedir.
Oysa; anne sütü bunların en zengin ve en doğal kaynağıdır.

SONUÇ: Doğar doğmaz bebeğe mama vermekten,mutlak sakınılmalıdır.

Doğumu takıben  ilk yarım saat içinde bebek anne memesine tutturulmalı, bazı yanlış uygulamalarla sağılıp atılan ağız sütünün çok değerli olduğu bunu alan bebeğin ağız sütünün birçok özelliği yanında günlük besin ihtiyacını da karşılayacağı bilinci ile bir katresi dahi ziyan edilmemelidir.

2.2.15

ATEŞ DÜŞÜRÜCÜLERE DİKKAT



ATEŞ Annelerin korkulu rüyasıdır.
 Tüm anneler çocuklarının ateşi yükseldiğinde büyük bir panik içinde gece yarısı bile olsa çocuklarını hastahaneye yetiştirmeye çalışır veya yangına müdahele eden itfaiye eri gibi ateşe karşı bildiği tüm silahları kullanmaya yönelirler.

Oysa ki; ATEŞ, sadece bir belirtidir. Düşman olmayabilir büyük olasılıkla dosttur.
Çok yüksek olmayan 39,5 dereceden düşük ve uzun sürmeyen ateşin çocuk için kötü bir etkisi olmaz.
Deneyler ateşin hastanın immünnolojik  savunmasını arttırarak yayarlı olabileceğini,
Ateşi düşürülmeyen çocukların düşürülenlere göre daha çabuk iyileştiklerini göstermektedir
.

Paracetemol (Acetaminofen) birçok preparat özellikle çocuklarda ateş düşürücü ve ağrı kesici olarak çok sık kullanılmaktadır (Calpol, Minoset,Tamol,Paranox gibi)
Tek başına fitil, şurup, tablet şekilleri olduğu gibi reçetesiz satılan bir çok kombine ilacın içinde de paracetemol vardır. Bu nedenle her eve girebilen, çocukları ateşlendiğinde annelerin ilk başvurduğu bir preparattır. Vede çocularda  en sık zehirlenme yapan ilaçların başında gelir.

Paracetemol
ateş düşürücü, ağrı giderici olarak; 1950'den beri yaygın olarak kullanılmaktadır.Hastanın alımından sonra 2 saat içinde vücud ısısını yarım derece düşürür(.Annelerse ateşin tamamen normal düzeylere inmesini beklerler). Aç iken alınmalıdır, ilaç etkisinin en üst düzeyi 30-60. dakikalarda oluşur. Ancak; aşırı dozları öldürücü karaciğer nekrozuna yol açabilir.

Özellikle; Ateşi olan bebek ve çocuklarda verilen ilacın ilk dozundan sonra ateşin düşmemesi durumunda ilacın üst üste verilmesi ile ilaç dozu kilo başına 200 mg ı geçerse doz aşımı oluşur. İlacın ağızdan veya rektal yolda alınması fark etmez.
Paracetemol zehirlenmesinde; İlk  saatten sonra iştahsızlık, bulantı, kusma, solukluk, sarılık oluşur.
72, saatte karaciğerde büyüme, beyin ve kalp sorunları, böbrek yetmezliği bazende ölümle sonuçlanan karaciğer nekrozu gelişir.

 Zehirlenmeler yüksek doz paracetemol yanında ardışık olarak başka bir ateş düşürücünün birlikte verilmesi durumunda daha çok görülür.

ARDIŞIK TEDAVİ
Aynı gün içinde 2 ayrı grup ateş düşürücünün örneğin; Paracetemol, ıbuprofen(Pedifen,İbufen,Dolven) gibi ialçların (ateş düşmüyor diye) ard arda verilmesi olayıdır. Bu metod 1970 lerde denenmiştir. Tekli ilaç kullanımından daha etkili ve güvenilir olduğu ispatlanamamıştır.

Ardışık tedavide ilaç yan etkileri çok artar. Ard arda farklı ateş düşürücüleri vermek çocuğun sıkıntısını gidermez. Sadece ailenin sıkıntısını giderebilir.
Paracetemolün bilinen karaciğer nekrozu yapmasının yanında ıbuprofen+paraceteolün ardışık kullanımının sinerjistik toksisite ile böbrek yetmezliği (tübüler nekroz) yaptığıda bilinmektedir.


Doğru olan tekli ilac vede ilacı dozunda kullanmaktır.